Narin kızımızın davasında başından beri benim ortaya koyduğum kanaatlerimin tamamı Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından olayın oluş şekli ve katiller itibarıyla örtüştü. Mahkeme anne, amca ve abi hakkında son derece yerinde bir kararla bir daha gün yüzü göremeyecekleri ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdi. Sanıklardan Nevzat Bahtiyar’a ise suç delillerini saklamaktan 4 yıl 6 ay hapis cezası verdi. Bu konuda kamuoyunda büyük tepkiler oluştu. Evet, sanıklardan Nevzat Bahtiyar’a verilen cezanın 4 yıl 6 ay olmaması gerektiği konusunda gelen tepkilere, kamuoyundaki itirazlara hak vermemek elde değil. Vicdanen kabul etmek gerçekten çok zor. Hukuki değerlendirmede kısmen şöyle katılıyorum: TCK madde 281 uyarınca; "Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek amacıyla bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra hükmüne göre ceza verilmez." hükmü amirdir. Dosya delilleri incelendiğinde sanık Nevzat Bahtiyar tüm aşamalarda kasten öldürme eylemine iştirak etmediğini ancak maktulün cesedini kendisinin taşıdığını beyan etmiştir. Sanık Nevzat Bahtiyar’ın savunmasının aksini ispat edecek herhangi bir delil elde edilmediğine kanaat getiren mahkeme, daraltılmış baz kayıtlarına da itibarla sanık Nevzat'ın olay anında suçun işlendiği yerde olmadığına karar verdi. Ceza Muhakemesi’ne hâkim olan ilkelerden biri de "Şüpheden sanık yararlanır." ilkesidir. Somut ve kesin delillerle ispat edilemediği sürece sanık hakkında mahkûmiyet hükmü kurulamayacağı, bir ceza hukuku prensibidir. Tüm bu nedenler bir arada değerlendirildiğinde sanık Nevzat hakkında kurulan hüküm her ne kadar miktar olarak az görünse de mahkeme tarafından ceza tayin edilirken alt sınırdan uzaklaşıldı ve üst sınırdan hüküm kuruldu. Mahkeme, Türk Ceza Kanunu ve ceza hukuku prensipleri çerçevesinde bir hüküm kurdu diyebiliriz. Ancak benim burada yine de bir itirazım var. Bu itirazım, benzerini yıllar önce Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) olarak takip ettiğimiz Antalya 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde maktül Sezgi Kırıt davasındaki itirazımla aynı. Sezgi Kırıt henüz 16 yaşında olmasına rağmen failler tarafından bir eve götürülüyor, uyuşturucu veriliyor sabaha kadar cinsel istismara uğruyor, sabah failler uyandıklarında Sezgi’yi morarmış hâlde buluyorlardı. Bu caniler çocuğun öldüğünü düşünüp maktülü bir bavulun içine sıkıştırıp bir ormanlık alana atıyorlardı. Bu davada biz ısrarla şüphelilerin Sezgi’nin öldüğüne nasıl karar verdiklerini, Sezgi’nin belki o an hâlen yaşıyor olabileceğini, bavula koyduklarında, belini kıra koyduklarını ve belki bu eylemle Sezgi’nin ölmüş olabileceğini tüm aşamalarda belirttik. Yerel mahkeme bu itirazlarımızı kabul etti ve tüm şüphelilere “kasten öldürme”den müebbet ağırlaştırmış hapis ile mahkûmiyet kurdu. Ancak ne yazık ki daha sonra istinafta bu karar bozuldu ve dosya hâlen Yargıtay’da, akıbeti henüz belli değil. Evet, bu konuda ben bir hukukçu olarak öldürme eyleminin Narin açısından ölüm saatinin belirlenmediği durumda Nevzat’ın Narin’i taşırken, öldüğü konusunda nasıl bir eminlik içinde olduğunun tespit edilmemiş olması karşısında 4 yıl 6 ay gibi az bir cezayla kurtulmasını vicdanen kabul edemiyor, bu hukukta yasa koyucunun bu eksikliğinin tamamlanması gerektiğine inanıyorum.