İstek, ihtiyaç ve arzularımızın algoritmalarla yönlendirildiği, yeme içme alışkanlıklarımızdan moda akımlarına kadar “influence” edildiğimiz, birer veri olarak siyasi eğilimlerimizin ticari malzemeye dönüştüğü yeni medya kanallarıyla egemenlik mücadelesi veren ilk ve tek ülke değiliz.

Cambridge Analytica’nın, 2015 yılı ve devamında yaklaşık 87 milyon Facebook kullanıcısının verilerini izinsiz alarak seçim çalışmalarında müşterileri için manipülasyon amacıyla kullandığı ortaya çıkmıştı. Sadece ABD’de değil, İngiltere’de Brexit referandumu ile Nijerya, Hindistan, Fransa ve Arjantin gibi ülkelerdeki seçimlerde de benzer yöntemleri kullandığı anlaşılmış ve sonuçta şirket kapatılmıştı. Facebook da üyelerinin verilerinin kullanıldığı bu skandaldaki sorumluluğunu kabul etmiş, hatta Facebook’un kurucusu ve CEO’su olan Mark Zuckerberg konuya ilişkin ABD Kongresi’nde ifade vererek özür dilemişti.

Burada, bir durmak gerekiyor. Sosyal medyanın sınırsız ve hukuk dışı bir özgürlük alanı olmadığını kabul ederek başlayalım. İnsanların ilgi, beklenti ve alışkanlıklarını homojenleştirmesinin dışında, dünya görüşlerini de belirli dayatmalarla çerçevelemek hangi özgürlük tanımına sığdırılabilir?

Devlet kontrolünün mutlak anlamda “özgürlük ihlali ve sansür” olarak sunulması, başka iktidar alanları kurmak için yaratılan algının bir sonucu sadece. Kullanıcılar, anayasa bağı ile bağlı oldukları devletin, bu platformlar ile yasal düzlemde kuracağı ilişkiyi kabul edilemez bulurken bu platformların süregelen sansür ve engellerine aynı derecede ses çıkarmadığı sürece hangi özgürlüğü savunmuş oluyor?

Sosyal medya, ifade ve basın özgürlüğünün kullanılmasının özel ve etkili bir alanı olarak gelişmiştir, doğru. Hukukun genel teorisi açısından özgürlük asıl, sınırlama istisnadır, bu da doğru. Ancak uluslar üstü bu şirketlerin kendilerini ulusal hukukun üstünde ve dışında bir statüye yerleştirmeleri, ülkelerin egemenlik yetkileriyle yeni ve açık bir çatışma alanı doğurmuş olmuyor mu?

Hak ve hürriyet çerçevesinde dezenformasyonun yeni aktörlerin tekelciliğine bırakılmasına karşı devletin doğru tavır koyması, bir nevi egemenlik mücadelesidir. Doğruya, bilgiye, dünyaya başkalarının -üstelik amaç ve hedeflerinin anlaşılması zor mesafede olan başkalarının- gözlüklerinden bakmak zorunda olmak da dijitalleşmenin yanında paket olarak gelen yeni bir hak gaspı türü. Dayatılan bu yapay özgürlük çerçevesi, toplumda yeni köleliklere başka bir zemin sunuyor. Empoze edilen toplum tasarımının arkasındaki sosyal imajinasyonu çok zaman kaçırıyoruz.

Dünyanın gözü önünde yaşanan bir soykırımda, çocukların yaşam hakkını, insanların barınma ve beslenme hakkını savunma özgürlüğümüz Meta’nın uyguladığı sansüre takılacaksa;

Filistin’in özgürlük mücadelesinde taraf olmamız, bu mecralar tarafından bloke edilecekse;

İfade özgürlüğümüzü kısıtlayan küresel dayatmalara meydan okuyarak dijital platformların dünya siyasetine rota çizen küstahlığına boyun eğmeyen devletimizin egemenlik mücadelesine saygı duymayacaksak;

Gerisi sadece “özgürlük” yanılsaması olur.