Kahraman Bir Öğretmenin Hikâyesi”

Öğretmenlik mesleği bir SEVDA işidir. Onun mayasında sevgi vardır. Mesleğimizin temel taşı ve mayası sevgidir. Başarımızın sırrı ve yaşamanın anahtarı sevgidir. Bugün, Batman Üniversitesinde Akademisyen olarak çalışan Dr. Öğretim Üyesi Yusuf SÖZER’in hayatının inşasında çok önemli katkıları olan sınıf öğretmeni Şule NACAR’a atfen yazdığı yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum:

“Babamın işlerinin kötü gitmesi sonrasında 1993-2001 yılları arasında lise ve üniversiteyi bir yandan çalışıp bir yandan okuyarak zorlukla bitirmiştim. Sıkıntılar içinde geçen onca yıldan sonra yeni yeni huzur ve emniyet hissetmeye başlamıştım. Öğretmenliğe hazırlanıyordum. Bir gün aniden müthiş bir özlem kapladı içimi. Çocukluğumdan gelen derin ve güçlü bir özlem...

Yumuşacık ses tonunu duyar gibi oldum. “Yusuf, gel de atkını bağlayayım”. Her kış günü benim ve arkadaşlarımın atkılarını özene bezene bağlayıp bize sarılarak eve gönderdiğini ve her defasında annemin “Aaa, bu öğretmenin nasıl bağlıyor ki atkını, ben hiç böyle güzel saramıyorum” dediğini anımsadım.

Ona ulaşmalıydım. Acaba, hala aynı okulda mıydı? Hemen ilkokulumu aradım. Çoktan tayininin çıktığını söylediler. İzini sürdüm. Okulda, eskilerden bir başka öğretmene ulaştım ve umduğum gibi sınıf öğretmenimin telefonu bulabildim. Yıllar sonra, öğretmenimi arıyordum. Çok heyecanlıydım ve biraz da korkuyordum. Telefon çalarken, beni hatırlamamasından endişe ediyordum.

Oysa O, bizi sarıp sarmalayan sımsıcak bir şefkat bulutuydu. Saçımızı, yanağımızı okşardı, bizimle her fırsatta gurur duyar, hatalarımızı da incitmeden düzeltirdi... Bize deneylerle öğretirdi. Onun kadar deney yapan bir başka öğretmenim olmadı. Bir daha her gün sınav yapanı da ertesi gün sonuçlarını açıklayanını da görmedim. Başarmanın coşkusunu ondan fazla yaşatanla da karşılaşmadım. Hiç unutmam, Sosyal Bilgiler dersinde bir soruya verdiğim cevap karşısında öğretmenim “Yusuf’un hazır cevaplılığına bayılıyorum”, demişti. Sınıfın en çalışkanı değildim, belki. Ama yine de kendisine hayran olduğum öğretmenim bana hem de bayıldığını söylemişti.

İlkokul 4. sınıfta matematik dersi birdenbire zor gelmeye başlamıştı. Hele sayı problemleri vardı ki bana çok karışık geliyordu. Matematiğe kafamın hiç çalışmadığına inanmaya başlamıştım. Öğretmenim de halimin farkındaydı fakat bir çıkış yolu da bulamıyordu.  Bir gün yeni bir şey denedi. Annemi okula davet etti. Anneme dedi ki: “Yusuf, matematik dersinde zorlanıyor. Derste işlediğimiz problemleri size öğreteceğim. Siz de evde öğretin oğluma.” Bundan sonra annem okula gelerek öğretmenimden problem çözme teknikleri öğrendi. Bu sayede annem evde beni destekleyebildi. Öğretmenim benimle birlikte annemi de eğitiyordu. Bizi bir amacın etrafında topladı. Bir yolunu bulmuş ve içimdeki gizli saklı matematik yetisini bu şekilde açığa çıkarmayı başarmıştı. Böylece matematiği anlamaya ve sevmeye başladım. Diğer derslerde ise zaten başarılıydım. Bu sayede, 4. sınıfın ilk dönemi sonunda ilk kez teşekkür belgesi almıştım. Öyle mutlu, öyle huzurlu ve gururluydum ki, okuldan eve dönesim gelmiyordu, önümdeki teşekkür belgesiyle sonsuza kadar sınıftaki sıramda bekleyebilirdim. 5. sınıfın sonunda Siirt ve ilçelerini (ki o zamanlar Batman, Siirt’e bağlı bir ilçeydi) kapsayan Anadolu Liseleri ve Özel Okullar Seçme sınavına girdik. Ben, 8. olmuştum. Önümdeki kişileri merak ettim. Hepsi sınıf arkadaşlarımdı. Arkamdakileri merak ettim. 40. sıraya kadar ki öğrenciler de hala hep sınıf arkadaşlarımdı. Biz bireysel olarak değil sınıfça en iyi sonucu elde etmiştik. Günümüzde böyle bir şey olsa ne kadar da dikkat çeker. Ama öğretmenimiz, böyle bir şeyden bahsetmiyordu bile.

Telefon çalmaya devam ederken, bugün, en zorlandığım dersin yani matematiğin öğretmeni olacağımı öğretmenime haber vermek istiyordum.  Bir yandan da ilkokul yıllarım bir film şeridi gibi zihnimden akıvermişti. İncecik, titrek bir ses tonu “alo” dedi. Sesini tanımıştım. “Öğretmenim, ben Yusuf” dedim. “Yusuf Sözer, Batman’dan.” Daha fazla bir şey söylememe gerek kalmadı. Annemi sordu. Kardeşlerimi, yengelerimi sordu. Okula beni sormaya gelen anneannemin ne kadar da sevimli bir kadın olduğunu anlattı. Benim bile unuttuğum, babamın mobilya deposunu su bastığı bir gün benim buna ne kadar üzüldüğümü anlattı. Beni hatırlamamasından korkarken, bana o günleri birebir anlatıyordu. Sanki yıllarca aramamı beklemiş gibiydi.

Bundan sonra bir daha öğretmenimin peşini hiç bırakmadım. Bana çok inanan, benimle gurur duyan bir annem daha var. Ona minnetimi her ifade edişimde, görevi gereği olduğunu vurgulayıp, layıkıyla yapamamış olmaktan korkarak helallik isteyen hassas, kocaman yürekli öğretmenim.

Sevgili öğretmenim, nerede mesleğini özveriyle, içtenlikle, şefkatle yapan emektar bir öğretmenle karşılaşsam hep sizi hatırlıyor ve başta siz olmak üzere genç, yaşlı fark etmez hepsinin mübarek elini öpesim geliyor. Bana hediye ettiğiniz el emeğiniz bir atkı var ya, kış günlerinde takar, okula onunla gider ve meslektaşlarıma atkıyı göstererek öykünüzü anlatırım. Ben sizin öykünüzüm öğretmenim ve benim gibi ne çok öyküleriniz var sizin. Bu ülke, sizin gibi gizli kahramanlarla ayakta öğretmenim.

Azmimin, matematik sevgimin, mesleğimin, hayatımın, kişiliğimin en güzel yanlarının başlıca mimarı, aynı mesleği paylaşırken bir ömür örnek alacağım kutlu öğretmenim, sevginize, emeklerinize layık ve sizin gibi insanlara hayırlı olabilmek ümidiyle.”