Bahçeli’nin DEM Parti’ye çağrısının üzerinden iki aydan fazla zaman geçti.

Olayların bu kadar hızlı geliştiği bir konjonktür için uzun, büyük tarihsel

dönüşümler içinse kısa bir zaman. DEM Parti, bu kadar hazırlıksız yakalanmasa ve bu denli tereddütte kalmasa çok daha hızlı yol alınabilirdi şüphesiz. Ancak DEM Parti’nin özgül koşullarının da Türkiye siyasetinin genel sıkışmışlığının bir parçası olduğunu düşünürsek bu gecikme makul görülebilir. “Türkiye siyasetinin bir sıkışmışlığı mı vardı” sorusu akla gelebilir. Belki başka konular tartışma götürür ama söz konusu olan PKK terörü ise böylesi bir sıkışmışlıktan söz etmemiz abartılı olmaz. Çünkü, 40 yıldan daha uzun süredir devam eden ve silahlı

çatışma ile sınırlı kalmayan bir sorundan söz ediyoruz.

Açalım…

Birincisi, PKK, Türkiye’deki sivil toplumun ve siyasetin merkezine kadar sızmayı başarmış bir terör örgütü. PKK ile ilişkisini gizlemeyen siyasi partiler seçimlere katılıyor, belediye başkanlıkları kazanıyor, onlarca milletvekili ile parlamentoya giriyor. PKK’ya müzahir, hatta bizzat PKK tarafından kurulmuş sözde “sivil kuruluşlar” kültür sanattan hukuka, sendikalardan basına ve iş dünyasına kadar her alanda

faaliyet gösteriyor. Tüm bu yapılar, yani ucu PKK’ya dayanan siyasi partiler, dernekler, vakıflar vs. Batı’dan sınırsız destek alıyor. Bu sebepten ötürü, sadece terörü meşrulaştırmakla kalmıyorlar, aynı zamanda Batılı ajandanın içerideki taşeronları hâline geliyorlar.

İkincisi, bölgede Türkiye’den başka üç ülkenin daha Kürt nüfusa sahip olması PKK’nın hem yayılmasına hem güç kazanmasına zemin hazırlıyor. PKK, arkasına aldığı ABD ve AB desteği ile bu ülkelerdeki Kürtler üzerinde tahakküm kurmaya çalışıyor. Suriye’de genel, Irak’ta ise kısmen başarıya ulaşan bu çaba, bölge halkını Türkiye’ye düşmanlaştırma ve Kürtler de dâhil Türkiye halkını taciz etme sonucunu üretiyor.

PKK’nın süper güç ABD eli ile bölgesel bir aktör hâline getirilmesi Türkiye’nin iç sorununu; içerideki PKK yapıları, dış ilişkileri etkiliyor. Özetle, PKK terörü bugün yurt içinde büyük oranda ezilmiş ve pasif bir hâle gelmiş olsa bile Türkiye için önemli bir sorun başlığı olmaya devam ediyor. Türkiye’nin özgürleşmesi ve önce bölgesel, sonra küresel bir güç hâline gelebilmesi için bu sorunun kesin olarak çözülmesi

gerekiyor. Daha önce devlet eli ile “çözüm süreci” adı altında denendi; maalesef akamete uğradı. Şimdi siyaset eli ile örgütün ve terör yapısının hâlâ “önder” dediği kişi ve örgütle ilişkisini gizlemeyen siyasi parti aktörleştirilerek çözüm üzerine çalışılıyor. Bu, DEM Parti açısından, kendisini terörden arındırma ve yerlileştirme için önemli bir fırsat. Böylelikle temsil ettikleri seçmenin -kendi deyimleri ile- barış ve demokrasi talebine gerçek bir yanıt üretebilir, Türkiye’nin geleceğinde pay sahibi bir aktör hâline gelebilirler.

Bu süreç, terörün kazasız belasız tasfiyesi ile sonuçlanırsa Türkiye’nin önünün açılacağı kesin. Yani bu, bizim için de bir fırsattır. Dolayısıyla muhataplarımızı dinlemek, onların ne dediğini anlamaya çalışmak ve -kimileri için çok zor olsa da göz hizasında bir iletişim kurmak zorundayız.