Ne olduğunu anlamadan Şöhret Ana’yı hemen tutukladılar. Mahkemede idam kararı açıklandı. Bu arada bir sözü olup olmadığı sorulur: O da: “Lan kavat, kadın kısmının idam edildiği nerede görülmüştür” diyerek tarihi bir ders verir. Belki sonunda ölmüştür lakin izzeti ve onurunu bu şekilde korumayı da bilmiştir.
Her ne ise… Yirmi iki erkekle birlikte onu da idam sehpasında asarak idam ettiler. Yalnız Şalcı Şöhret Ana, kadın olduğu ve idamın çok iğrenç bir infaz şekli olmasından dolayı beyaz un çuvalı ile astılar. Yıllar sonra yakında ölen Çetin Altan, bu acı olayı da sütununa taşımaya cesaret etmiştir. Şöyle diyor: “Ben Tatar Hasan Paşa’nın torunuyum. Dedem Erzurum’da şapka yüzünden bir kadını, Şalcı, Şöhret Kadın’ı idam etmiştir maalesef. Orada on beş kişi şapkaya karşıyız diye yürüyor. O kadın da idam edilirken -ula uşaklarım, ben zaten hatun kişiyim, neden şapka giyeyim?- diye bağırıyor. Bu üzücü bir şey!”
Savcı Eğinli İbrahim Ethem tutuklanan ve idam edilmesi beklenen çok sayıda masumu çeşitli hukuki gerekçelerle kurtardığı söylenir yoksa mesele yirmi bir kişiyle kalmayacaktı. Çetin Altan’ın dedesi Merkez Jandarma Komutanı Tatar Hasan Paşa ise Erzurum’da şapka inkılabının Vali Zühtü’den sonraki baş kahramanıdır. 21 can asıldıktan, üç faili meçhul ve yedi kişi Sinop’a sürgün gönderildikten sonra Tatar Hasan Paşa kaybolup gitmiştir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Berlin’de unutulduğu ve öldüğü söylenir.
Toplu mezarlar 13 sene sonra açılarak naaşları sahiplerine iade edilir. Şalcı Bacının kasap oğlu ne yazık ki korkudan anasının naaşını almaya gelemez. Nihayetinde toplu mezarlardan çıkarılan idamlıklar aradan 13 yıl geçtikten sonra dini merasimleri yapılarak Tuzcu köyündeki mezarlığa defnedilirler.
İşte Şalcı Bacının ibretli ve ibretli olduğu kadar da düşündürücü öyküsü böyledir. Çeşitli kadın dernekleri “kadına şiddet” başlığı ile onca gürültü koparmıştır lakin bir tanesi bile bu acı olaya el atıp hiç olmaz ise Şöhret Ana’nın iade-i itibarı için çalışmamıştır. Bu nedenle kadın örgütlerinin tamamını samimi bulmuyorum. Bunlar Batı dünyasının destekleri ile soytarılık yapan örgütlerdir. Yazımız uzadığı için Cumhuriyetimizin ilk ve ikinci “first lady’si” olan Fikriye ve Latife Hanım’dan bahsetmiyorum. Bu iki zavallı kadının yaşadıkları çok ibretli ve acıklı olaylardır. Hatta Fikriye Hanım’ın intihar süsü verilmiş bir cinayete kurban gittiği bile söylenmektedir. Evet, devlet nasıl Dersimlilerden özür dilemiş ise bu kadınlardan özür dilemeli hiç olmaz ise iade-i itabarlarını vermelidir. Fransızlar aradan yüzyıllar geçtikten sonra bile olsa bunu yapmışlardır. Gemi ile gittiğim Rouen’de Jeanne d’Arc’a ait bir anıtı görmüştüm. Meydana dikmişler. Biliyorum; Hükümetimizden Şöhret Ana için itibarını istemek çok büyük bir iş olup çok zordur. Lakin kadın derneklerinden hiç olmaz ise bir iki makale yazıp izzet ve onuru ile ölen bu kadınlarımızdan bir iki kelimeyle dahi olsa bahsetmelerini istemek, çok fazla bir beklenti midir? Vesselam…