İsmet Özel’in “Dişlerimiz Arasındaki Ceset” şiiri, 1982 tarihli. Kendini dünyanın merkezi sanan orta sınıfın, küçük hesaplarla ömür tüketen şımarık kalabalıkların yüzüne atılmış muhteşem güzellikte bir tokat.
12 Eylül cuntası, ilk iki yılında çoğu siyasi mahkûm, 24 kişiyi idam ederek öldürdü. Darbeden önceki dönemde sağ-sol çatışmasından bezen halk, genel olarak darbe yönetiminden şikâyetçi değildi. İdamlar bile halk tarafından olumsuz karşılanmıyordu. Bir yıl sonra, “darbenin plebisiti” diyebileceğimiz 1983 Anayasa oylamasında %93 oranında evet oyu çıkacaktı.
Özel, “Dişlerimiz Arasındaki Ceset’i” işte böylesi bir ortamda yazdı. Belli ki askerlerin “adalet kumkuması” kesilmesinden ve halkın hiçbir şey yokmuş gibi yaşamına devam etmesinden fazlası ile rahatsız olmuştu.
Bu bakımdan, şiirin son bölümü anıtsal niteliktedir:
Biz şehir ahalisi, üstü çizilmiş kişiler
Kalırız orda senetler, ahizeler ve tren tarifesiyle
Kim bilir kimden umarız emr-i bi'l-ma'rûf
Kim bilir kimden umarız nehy-i ani'l-münker
Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının
Memeleri ve boynu itimat telkin eder.
Ancak “Dişlerimiz Arasındaki Ceset” bir darbe eleştirisi değil, esasen darbe ortamında yazılmış bir kapitalizm ve modernleşme eleştirisidir. Özellikle şu kısmı çarpıcıdır:
Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi
Hadım tarih, kundakçı matematik, geri kafalı gramer
Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza
Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer
Modern kapitalizm budur. Şehirli yığınların, tüketmeye odaklı bir yaşamı vardır. Fakat insan, tüketebilmek için tükettiğinden daha fazlasını üretmek zorundadır. Sisteme ait tüm aygıtlar, orta sınıfı bu ilkeye uygun bir konuma mecbur etmek için çalışır.
Yoksulların dünyasına ait tehlikelerden uzak, “yerlere tükürülmeyen” modern bir hayat yaşıyoruz. Ama elimizdeki konforu sürdürebilmek için hep çok çalışmak zorundayız. Hasta olmamız bile yasak. Verem olmak üretimi düşürür; bu da sahip olduğumuz tüm güvenliği, tüm refahı kaybetmemiz anlamına gelir. Üstelik verem, daha aşağıdakilere, daha yoksullara mahsus bir hastalıktır, adımız onunla beraber anılamaz.
1982’den bugüne kırk yıldan fazla zaman geçti. Pek çok şey gibi kapitalizmin dengeleri de değişti. Bugün, dünyada tüketilebilecek olandan çok daha fazla meta var. Robotların devreye girdiği sistemler, herkese yetecek kadar fiziksel eşya üretebiliyor. Bu eşyaları satın almaya yarayan para da eskisine göre çok daha fazla.
Evet, eşyanın ve paranın dağılımı çok daha adaletsiz ama bu hep böyleydi. Büyük yığınların, daha küçük bir azınlığı zengin etmesi için bir şeylere sahip olmanın hayalini kurması ve bunun için çalışması gerekiyordu. Yani “verem olmaması”.
Bugün ise zenginlerin, kitlelerin emeğine duyduğu ihtiyaç azaldı. Ne meta üretimi için insan emeğine ihtiyaç var ne de para kazanmak için çok büyük kitlelere. Üretimin de para kazanmanın da çok daha kolay yolları bulundu. Şimdi dünyanın %1’ini oluşturan ultra-zenginler, finans kapitalin sahipleri, siyonist küreselciler… Hepsi kafa kafaya vermiş “Ne gerek var?..” diyorlar, “Bu kadar nüfusa, bu kadar insana ne gerek var?”...
Tüm dünyada aynı anda aileye ve insan soyuna savaş açılması bir tesadüf olabilir mi? Tüm gelişmiş ülkelerde uyuşturucu dâhil her tür sapkınlığın yasal hâle getirilmesi, devletler eli ile yaygınlaştırılması? Sosyal güvenlik bütçelerinin hızla erimesi? Dünyanın en zengin ülkelerinde evsiz sayısının patlaması? İnsanların karınlarını bile doyurmakta güçlük çekmesi? “Medeni” ülkelerin savaşları durdurmak yerine onları daha da körüklemesi?
Gücü elinde tutanların artık insana ihtiyacı kalmadı ve dünyayı çok kalabalık buluyorlar. Bunun için kitlelere ölmenin, yok olmanın türlü çeşitli yollarını “özgürlük” diye sunuyorlar. Artık verem olmak yasak değil, serbest. Ve hatta teşvik edilen bir şey.