Trump’ın gelişinden sonra esen iyimser hava ile ilgili temkinli olmakta fayda var. Doğrudur, ABD’de müesses nizamın desteklediği isim Trump değildi. Ama Trump ile düzenin sahipleri arasındaki çelişkinin niteliğini iyi tayin etmek lazım.
Acaba anlaşmazlık noktası, düzenin kendisi ile mi yoksa kullandığı yöntemlerle mi ilgilidir? 1945-90 arası 45 yıl soğuk savaşın, sonrasındaki 30 küsur yıl da tek kutuplu dünyanın ekmeğini yiyen ABD’nin dünyanın geri kalanına karşı tutumu, bir başkanın değişmesi ile değişir mi?
Bu sorunun cevabı, Amerikan sisteminin yapısında gizli. ABD söz konusu olduğunda “sistem sistem” dediğimiz, emperyalizm düzeyine varmış kapitalizmden başka bir şey değil.
Açalım… ABD, sermayenin o denli temerküz edip çoğaldığı bir ülkedir ki karlılığını sürdürebilmek ve hayatta kalabilmek için dış dünyaya müdahale etmesi gerekir. Bu müdahalelerin, daima eşitsiz bir ilişkinin tesisi yolu ile yapılması gerekir. “Amerikan yayılmacılığı” dediğimiz ve Amerika’yı hegomonik bir güç olmaya zorlayan şey de budur.
Çünkü ABD’nin çokça sahip olduğu para, esasen merkez bankası matbaalarında bastığı kâğıttan başka bir şey değildir. Bu paranın ne değerli maden cinsinden bir karşılığı vardır ne de gırtlağına kadar borca batmış ABD dünyaya dağılmış olan miktarın karşılığını ödeyebilir? Peki, öyle ise bir kâğıt parçasından ibaret olan ABD doları, nasıl dünyanın en itibarlı değişim ve ölçüm aracı olabilmektedir? Dünya piyasalarının kalbi nasıl hâlâ ABD’de atmaktadır?
Bu sorunun son derece basit bir yanıtı var. ABD dolarının tek gücü, ABD silahlarıdır. Dünya geneline yayılmış 800’den fazla ana üs, 200 bine yakın personel ve sayısız savaş makinesi ABD sisteminin ayakta durmasının biricik garantisidir. “Yayılmacılık” da zaten böyle bir şeydir.
ABD, silahlı varlığını çeşitli biçimlerde kullanarak dünyanın geri kalanını hizaya getirmekte mahirdir. Bizim “ticaret anlaşmaları, uluslararası kodlar” ve hatta “demokrasi ilkeleri” diye okuduğumuz şeyler, esasen ABD’nin askerî gücü üzerinden dikte ettiği büyük sistemin parçalarıdır.
ABD’nin asıl varlığı sayabileceğimiz silahlı güç, bazen NATO gibi örgütler altında “müttefiklik” ilişkisi ile bazen askerî yığınakları artırıp gerilimi tetikleyerek bazen de vekil örgütler üzerinden tehdidi büyüterek kullanılır. Ancak her durumda hedef aynıdır: Amerikan parası ve Amerikan sisteminin egemenliğini garanti altına almak.
Bırakın Avrupa’yı, Türkiye’yi, Brezilya’yı, “Artık ABD’yi yakaladı.” dediğimiz Çin bile bu dayatmanın etkisi altındadır. Dünyanın bir numaralı üretici gücü olan Çin, neden her yıl milyarlarca dolarlık ABD devlet tahvili almakta, neden ticari fazlasının belirli bir kısmını üç beş tane değersiz kâğıt karşılığında ABD hazinesine vermektedir? Bunun adı haraçtır. Çevresini sarmış olan 100'den fazla ABD üssündeki on binlerce ABD silahı, tam da bu işe yaramaktadır. Üzerine çevrili namlular, Çin’i arzu edilen ticari denge içinde ve dolara sadık hâlde tutmaktadır.
Trump ya da başka bir isim, bu sisteminin temel dengelerini değiştiremez. Çünkü silahlar ve yayılmacılık olmazsa ABD olmaz. Trump’ın ayrı düştüğü nokta, esaslar ile değil, kullanılan yöntemler ve sertliğin dünya üzerindeki dağılımı ile ilgilidir.
Konu, ister Suriye’deki terör varlığı olsun, ister İsrail, ister ticari yaptırımlar… ABD’nin değişmesi başkanların değişmesinden ziyade karşısındaki gücün hamleleri ve kararlığına bağlıdır. ABD sisteminin zayıfladığı, kendi iç çelişkileri yüzünden çalışamaz hâle geldiği alanları doğru okuyabilen ülkeler, ABD karşısında mevzi kazanabilirler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Trump ile ilgili “Hele bir kabinesini kursun da ondan sonra görelim.” serinkanlılığının sebebi de budur.