Yeni anayasayı tartışabilmeyi, kategorik olarak hepimiz istiyoruz. Toplumsal önceliklerimiz arasında olmasa da “Neden tartışmayalım!” mesafesini koruyoruz. Aksini düşünemeyiz. Ancak henüz konuşmaya başlayamadık.

Kurtulmuş

TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş Gazi Üniversitesi’nin açılışında, akademiye yakışır, entelektüel içerikli bir konuşma yaptı. Anayasa’nın 3. maddesindeki “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü” ifadesiyle ilgili görüşlerini dile getirdi. “Devletin ülkesi olmaz. Devletin milleti olmaz. Bu metin, 'Milletin devleti ve ülkesiyle bölünmez bütünlüğü' şeklinde ifade edilmelidir.” dedi.

Açarsak; “Anayasa, ülkeyi ve milleti ‘devlet’ merkezli tanımlıyor, ona referansla konumlandırıyor. Oysa tam tersi olması gerekir. Devlet ve ülke, milleti esas alarak tanımlanmalıdır.” dedi.  

3. maddenin kalanına dair bir teklifte bulunmadı, tartışma başlatmadı.

Bu ifade daha önceden de gündeme gelmişti. Gerçekten de tartışılmayı hak ediyor.

Millete tepeden bakanlar, bu cümleyi referans almışlar mıdır? Bu cümleden doğan iklimi, kendi makamlarının gücünü artırmak için yorumlayanlar olmuş mudur? Bu cümlenin çağrışımlarına dayanarak devletin yetkileri, bireyin özgürlüklerini daraltmak üzere dizayn edilmiş midir? Bunları ve daha fazlasını tartışabiliriz, tartışmalıyız.

Uçum ve Kurtulmuş

Numan Kurtulmuş’un ardından Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum konuştu.

Uçum, isim vermeden Kurtulmuş’un yaklaşımın yanlış olduğunu ileri sürdü ve aynı cümleyi daha yumuşak biçimde değiştirmeyi teklif etti: “Türkiye Cumhuriyeti, devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.”

Uçum’un söz hakkını kullanmasına hemen bir isim koydular: “Uçum Kurtulmuş’a haddini bildirdi!”

Numan Kurtulmuş yeniden konuştu ve dedi ki; “3. maddeyle ilgili bir tartışma varmış gibi göstermek en hafif tabiriyle haksızlıktır, yanlışlıktır ve bir algı operasyonudur.”

Bu haberin başlığı da hazırdı: “Kurtulmuş geri adım attı!”

Muhalefet

Muhalefet, sanki Kurtulmuş’u 3. maddeyi değiştirmeye tam teşebbüs hâlinde yakalamıştı! Kurnazlıkla öne atıldı. Korkutma ile başlayıp delikanlılık gösterisi ve meydan okuma ile devam etti.

“Sen ancak gömlek değiştirirsin.”, “İlk dört maddeyi değiştirecek delikanlı dünyaya gelmedi. Yüreğin yetiyorsa dene.” “Noktasına, virgülüne dokunamaz.”

Bu el yükseltme yarışına Özgür Özel de katıldı: “El uzatanın elini kıracağız. Nokta.”

Cümlelerin uzunluğuna aldanmayalım. Hepsi slogan ve hepsi az ya da çok şiddet içeriyor.

Kısacası; anayasayı tartışmada esastan önce usule dair sorunlarımız, dahası çıkmazlarımız var.

Tartışmaya nereden başlayacağız? Nasıl sürdüreceğiz? Sadece yetkililer ve makam sahipleri mi görüş beyan edecek? Herkes yetkisi ve makamı kadar mı konuşacak? Sözler, söyleyenin devletteki, siyasetteki, bürokrasideki, üniversitedeki konumuna göre mi sıralanacak? Vatandaşa ne zaman sıra gelecek?

Tartışmayı unutmuşuz

Kurtulmuş ile Uçum arasında fikirler ve öneriler gidip geliyorsa, tez-antitez ile karşılanıp senteze varmanın yolu açılıyorsa bunun adı, neden ‘had bildirmek’ ya da ‘geri adım atmak’ olsun!

Biri diğerine “yüreğin yetiyorsa” demiyorsa, “senin elini kırarım” demiyorsa, “bu âleme ikimizden biri fazla, ya sen, ya ben!” demiyorsa yapılan, pekâlâ tartışmadır.

İyot gibi açığa çıkan ise muhalefetin tavrı. Özetle trolleri işlerinden edecek bir üslupla konuşmaları, ne memleket ne de kendileri adına hiç umut vermiyor.

Sadık Battal’ın ardından

Tanışıklığımız çok eskiydi. Sonra birbirimizden koptuk.

Zaman içinde, çok sürpriz karşılaşmalarımız ve sohbetlerimiz oldu.

Dervişane biriydi. Ondan her daim taze sözler duyardım. En son, geçtiğimiz cumartesi günü Ankara’da bir düğünde karşılaştık. Elinde bir kitap paketi vardı. Meğer, gelinle damada düğün hediyesi olarak kitap getirmiş.

“Hiç değişmemişsin.” dedim, “Yine bizi açığa düşürdün!”

İki gün sonra, vefat haberiyle sarsıldım.

Bu dünyadan ismiyle müsemma bir Sadık geçti.

Allah rahmet eylesin.