Önce 15 yaşındaki Suriyeli Abdullatif Davvara, bir çocuk parkında tabancalı saldırganlar tarafından vurularak öldürüldü.

Hemen ardından polisimiz Şeyda Yılmaz, suç makinesi bir cani tarafından şehit edildi.

Haftası geçmeden meslektaşımız Pınar Işık Ardor’un oğlu ve arkadaşı, evlerinin önünde bıçaklı saldırıya uğradı. Vücutlarına derin bıçak darbeleri alan iki delikanlı şans eseri kurtuldu.

İki gün sonra bir başka meslektaşımız Güler Kömürcü, Maçka’daki parkta arkadaşları ile yürüyüş yaparken bıçaklı saldırıya uğradı.

Tüm bu olayların failleri suç kaydı kabarık kişiler. Sayısız sabıkaları, infazları var. Hatta bazıları hakkında yakalama emirleri bile çıkarılmış. Ama ellerini kollarını sallayarak aramızda dolaşmaya devam ediyorlar.

Ardor’un oğlunu öldürmeye teşebbüs edenler henüz yakalanamadı. Kömürcü ve arkadaşlarını bıçaklamaya kalkan kişi ise pek çok suç kaydı olmasına rağmen savcılık tarafından serbest bırakılmış.

Bu sırada yaşanan başka şiddet olaylarını, yol kapamaları, havaya rastgele ateş açmaları, dükkân kurşunlamaları falan saymıyorum bile…

Bu tip suçların son bir yılda patlaması, sokakların bir anda tekinsiz hâle gelmesi hiç de tesadüf gibi durmuyor. Saldırganların saç tıraşlarından giyim kuşamlarına, vücutlarındaki dövmelere kadar aynı tornadan çıkmış genç erkekler olması ise ayrı bir muamma. Şu ara moda olduğu için mi bu genç adamlar bu kılıktalar yoksa bunu bir çeşit işaret, bir tür üniforma gibi mi kullanıyorlar? Saldırganların sosyal medya hesapları ise şiddet görüntüleri ile hatta teröre göz kırpan içeriklerle dolu. Belki de karıştıkları suçları da bir tür itibar nişanı olarak paylaşıyorlar. Sonuçlarını hesap etmeden insanları öldürmeye kalkmanın başka ne tür bir izahı olabilir?

NEDEN DIŞARIDALAR?

Merak edilen bir başka konu da şu: Bu kadar suç kaydı olan insanlar, neden cezaevinde değiller; nasıl oluyor da dışarıda, toplum içinde bu kadar özgürce dolaşabiliyorlar?

Hâkim ve savcıları eleştirenler veya kolluk güçlerini yetersiz bulanlar var ama onlar da bu konuda toplumun geneli kadar dertli. Kolluk “Biz yakalıyoruz, arka kapıdan çıkıyorlar!” diye şikâyet ediyor. Hâkim ve savcılar ise “Kanun ne diyorsa onu yapabiliriz, daha fazlasına gücümüz yetmez.” diye yanıt veriyor. Asıl sorunun yasalar ve infaz rejimi ile ilgili olduğu anlaşılıyor.

Peki infaz rejimi değişse bu sorun çözülür mü? Olumlu etkileri olacağı kesin ama elimizdeki veriler bu soruya kesin bir “evet” yanıtı vermemizi güçleştiriyor.

Dünya Hapishane Raporu’na göre Türkiye, G20 ülkeleri arasında nüfusuna göre en çok mahkûma sahip ikinci ülke. Birinci ABD’de 100 bin kişiye düşen mahkûm sayısı 531. Bu rakam Türkiye’de 418. Türkiye’yi 392 mahkûm ile Brezilya takip ediyor. Dördüncü sıradaki Rusya’da ise bu sayı 300. Avrupa ortalaması ise bu rakamların çok çok altında. AB’de yüz bin kişiye düşen mahkûm sayısı 120 civarında.

MİLYONLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ İÇİN

Bu, bize çok temel bir gerçeği gösteriyor: Suçun oluşmasını engelleyemiyoruz. Bunun bir sebebi cezasızlık. Yani yukarıda anlattığımız infaz rejimi ve ceza yasaları. Diğer sebebi ise belli ki çok daha karmaşık, toplumsal düzenle ilgili bir konu. Bunun üzerine ciddi ciddi düşünmek zorundayız.

Neden ilk sebep olarak cezasızlığı gösteriyorum, yanıtını El Salvador’un genç Devlet Başkanı Nayib Bukele versin.

El Salvador, az önce zikrettiğim istatistiklerde açık ara dünya şampiyonu. Yüz bin kişiye düşen mahkûm sayısı 1.086. Bu hayli yüksek rakama, Bukele’nin yönetiminde ulaşıldı. Bukele, Batılılar tarafından “diktatörlükle” suçlanıyor.

Genç Devlet Başkanı, BM’deki konuşmasının bir bölümünü bu konuya ayırmıştı. Aynen şöyle dedi: “Beni binlerce suçluyu hapse attığım için diktatör olmakla suçluyorsunuz. Bunu namuslu insanlar güven içinde yaşayabilsinler diye yaptım. Ülkemi suç örgütlerinden arındırdım. Evet doğru, binlerce insanı içeri tıktım. Ama bu sayede milyonlarca insanı özgürlüğe kavuşturdum.”