Abd el-Jawad Mizar Jamal Hoso, Abdullah Muhammed Abdul Hamid Muhanna, Ella Muhammad Salem el-Drimli, Zainab Muhammed el-Abd, Fatima Louay, Rafiq el-Sultan... Bu isimleri tanımıyorsunuz. Çünkü yüzlercesi henüz bir yaş bile alamadan, ilk doğum günlerine ulaşamadan cennete uçtu.
Salma Hisham Mahmud Joyfel, Sıla Ahmed Hüseyin Madi, Yazan Ahmed İbrahim Bardawil, anne babalarının göz nuru olan bu yavrular bir yaşındaydı. Yüzlercesi ilk adımlarını bile atamadan ahiret yurduna göçtü.
Batoul İsmail İbrahim Abu Zuhair iki yaşlarındaydı. Belki yeni yeni babıldamaya başlamıştı. Yüzlerce akranı gibi baba diyemeden, anne diyemeden hayattan koparıldı.
Gazze'de yaşanan katliamın ardında sadece sayılar değil, isimler var.
Her biri bir hayat, bir hayal...
Leyla, sekiz yaşında. O, gelecekte doktor olup insanları iyileştirmek istiyordu. Babasının döneceği günü bekleyen masum bir çocuktu. Ama artık babasını bekleyen bir Leyla yok; o sadece toprakta sessizce yatanlardan biri oldu.
Hassan, altı yaşında. O, futbola bayılıyordu. Bir gün, kendisini Filistin Millî Takımı’nın kaptanı olarak hayal ediyordu. Sokaklarda arkadaşlarıyla koştururken şen kahkahalar atardı. Ama bir gün, bir patlama sesi onun kahkahasını sonsuz bir sessizliğe çevirdi.
Fatma, 12 yaşında. Bir gün öğretmen olup çocuklara kendi hikâyesini anlatmayı düşlüyordu. Okuluna gitmek için heyecanla hazırlanırken bir sabah okulu yerle bir oldu. Fatma'nın geleceğe dair hayalleri de o yıkıntılar altında kaldı.
Ali, dokuz yaşında, ablasıyla birlikte evlerinin önünde oyun oynuyordu. Patlamalar başladığında annesi onları içeri çekti ama ne annesinin ne de Ali’nin o geceden kurtulma şansı vardı.
Meryem, dört yaşında. Henüz dünyayı yeni yeni keşfetmeye başlıyordu. Annesinin kollarında güvenle uyumayı, babasının ona anlattığı masalları seviyordu. Ama bir gece evlerine düşen bir bomba, Meryem'in küçük dünyasını sonsuza dek kapattı.
**
Bugün tam bir yıl oldu.
Ağzını açmış binlerce canı yutmak için hazır hâlde bekleyen canavarın, bitmek bilmeyen ve apaçık bir şekilde soykırıma dönen katliam saldırılarında, bir yıl geride kaldı.
365 gün...
Her gün bir ömür gibi uzun her gece ölüm kadar karanlık.
En az “bin” çocuk henüz “bir” yaşını bile göremedi, annesinin karnında babasının muştusu olmayı beklerken cennet kuşu olanları sayamadık bile.
17 bin çocuk öldü Gazze'de, en az 17 bin!..
Adını bile söyleyemeden, baba diyemeden, anne diyemeden, suskunluğa gömülen, toprağın altına yatan bir nesil.
Sayabildiklerimiz, sayılabilen ölüler bunlar.
Gazze’de çocuklar öldü, bebekler öldü, hayatlar söndü. 42 bin insan...
Ve tüm dünya dev bir sinema perdesinde seyreder gibi anbean bir soykırıma şahitlik ederken cılız ve yeterince gür çıkmayan tepkileri saymazsak hiçbir şey yapmadan, boykot etmeden, tüm bu caniliğe şahit olurken sessizce bu soykırıma ortak oldu.
"Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur."
Evet, bebeklerin, çocukların, hamile kadınların, umutların soykırıma uğradığı bir dünyada bu zulme sessiz kalmak da namussuzluktur.
Zulme rıza göstererek zulme ortak olan hatta bazen tarafsızlık kisvesi altında zalime selam duran nicelerine bir ders verdi Gazzeliler.
Bakışıyla bile bir İsrail askerini ürkütebilen güzel yüzlü çocuklar tüm dünyaya âdeta "şeref" mesajı veriyor.
“Filistin’de yaşamak bir direniş, bunda şüphe yok ama Gazze'de ölmek bile bir direniştir.”
Her gün, her saat kan akıyor bu topraklarda.
Kanla yazılan bir isyan bu.
Bilinsin ki Gazze’de bu destan yalnızca kanla değil, onurla yazılıyor.
Direniş bitmedi, bitmeyecek.
Cennetin bahçelerine erken giden çocukların sessiz çığlığı ile insanlığın utancına karşı yazılan en büyük direniş destanı.
Bir nefeslik ömrüyle, bir neslin onur savaşı bu.
Bu duvarlar yıkılmadıkça, bu sessizlik bozulmadıkça, bu zulüm devam edecek.
Ve bir gün, dünya bu utancı hatırladığında çok geç olacak.
Ve bu savaş, dünya unuttukça daha da büyüyecek.