Her şey Dera'da başladı.

Tunus'ta yanan, Mısır'da diktatör deviren, Libya'da diktatörü ölüme götüren "Arap Baharı' ateşi, "Ey doktor, şimdi sıra sende!" ifadeleriyle harlandı Dera'da.

Esed diktasına karşı reform talebiyle sokaklara dökülen binlerce kişinin sayısı, birkaç günde yüz binlere ulaştı. Gösteriler ülke geneline yayılınca daha fazla özgürlük talep edenler "terörist" ilan edildi.

Rejim, 15 Mart 2011'de başlayan barışçıl gösterileri, 18 Mart'ta düzenlediği operasyonla kana buladı.

Rejim ordusundan ayrılanların Özgür Suriye Ordusu'nu kurması ile birlikte iç savaşın da fitili ateşlendi.

**

Esed'i korumak isteyen Rusya'nın yanı sıra İran'ın da mezhepçi vekil güçlerle sahaya inmesiyle Suriye'de (Gazze'yi saymazsak) son yüzyılın en kanlı sahneleri görüntülendi.

Halep'te, Dera'da, Doğu Guta'da, İdlib'de; çocuk, kadın demeden 350 bin sivil öldürüldü.

**

Savaşın yükünü kaldırmak zordur. Bunu yaşamayanlar için tahayyül etmek de neredeyse imkânsız.

Bir gazeteci olarak Suriye iç savaşının en yoğun yaşandığı dönemde ağlamadan haber yazdığım çok azdır.

Her gün bir bebeğin, bir çocuğun çaresizliğini kör vicdanlara anlatmaya yetmeyen onlarca kareyi kelimelerle ifade etmeye çalıştık.

**

7 milyon insan yollara düştü. Kimi Lübnan'a sığındı kimi Türkiye'ye. "Ensarız!" dedik, "muhacir" diyerek bağrımıza bastık kapımıza gelenleri.

Bunun dinle, imanla, ensarlıkla, muhacirlikle alakası yok. Asgari düzeyde vicdan sahibi olan, "insan" olan herkesin yapması gereken şeyi yaptık.

Bunda övünülecek bir şey de yok.

Zaten bunu yapmaya memuruz.

**

Gelmeleri veya geliş biçimleri sorun olmamalıydı. Belki ülke içinde daha kontrollü bir dağılım sağlanabilirdi. Entegrasyonu hiç konuşmadık mesela ama mevzumuz bu değil.

Türkiye 13 yıldır, geleni göndermeye çalışan bir kitlenin estirdiği rüzgârla savrulur hâle geldi.

**

Gönderelim, ille gitsinler; gitsinler ama onurlu gitsinler…

**

Nereye?

Ölüme!..

**

Geçen 13 yılda Suriye'de ne değişti?

Cevap: Çok şey!..

Suriye'de yaşanan yıkımı ortadan kaldırmak için yaklaşık 400 milyar dolara ihtiyaç var.

Savaşın sebep olduğu yıkım; evlerin, ibadethanelerin, okulların, hastanelerin olmadığı bir ülke…

Ve misal, Suriye'de süreç boyunca "rejim muhalifi" en az 14 bin kişi işkencede öldürüldü.

Yani siz diyorsunuz ki: Tası tarağı toplayın, 13 yıldır mukim olduğunuz; doğurduğunuz, çocuk büyüttüğünüz ülkeyi bırakın ve bir bilinmeze gidin.

Eviniz yoksa da olur. Rejim sizi öldürecek olsa da gidin…

**

Siz olsanız gider misiniz?

**

Kayseri'de çocuğa istismar vakası ile başlayan ve açık bir şekilde pogrom girişimine dönüşen olayların hangi klikler tarafından yönetildiği herkesin malumu.

3 milyondan fazla Suriyeliye ait pasaport ve adres bilgilerinin Telegram gruplarında paylaşıldığını da tüm Türkiye, Haber Müdürümüz Furkan Erten'in haberiyle öğrendi.

Suça karışmış, sağlıklı düşünemeyen ergen çocuklar üzerinden daha büyük bir provokasyona hazırlanıyorlar.

Daha yakıcısı, bu ülke insanının yüzlerce yıldır fıtratına uygun şekilde gösterdiği misafirperverliğe aykırı, utanç verici sahneleri dünyaya izletmeye hazırlanıyorlar.

Hem de ekonomik kriz bahanesini kaşıyarak, Suriyelileri bir yük gibi göstererek.

Oysa "Onlar olmasa o sektörlerde hangi Türk evladı çalışacak?" sorusuna cevap veremiyorlar.

**

Amaçları ne?

Neden bunca çirkinlik?

Suriyeliler gitsin diye mi?

**

Hayır.

Dertlerinin Türkiye'nin huzuru olduğunu sanmıyorum.

**

Şu gerçeği herkes kabullenirse bence yeni süreci yönetmek daha kolay olur ve bunda da çok geç kaldık:

Türkiye’de artık yeni bir realite var;

Suriyeli mukimler…

Onlar her ne kadar mülteci statüsünde olsalar da artık bu ülkenin mukim fertleri...

13 yıldır buradalar.

Burada doğurdular, ölümden kaçıp burada yaşama tutundular.

Onlar, “yeni nesil sosyal medya beyazı Türklerin” çalışmadığı işlerde çalışıyorlar.

Bir şekilde şikâyet etmeden hayata tutunuyorlar.

Elbette ki her sepette olduğu gibi çürük yumurtalar mevcut.

Elbette ki suça meyilli, suça karışmış olanları var.

Bunu ayıklamak kanunun işi zaten.

Lakin Kayseri örneğinde olduğu gibi "çocuk istismarına tepki” diyerek galeyana gelen; evleri, arabaları, dükkânları yakıp yağmalayan ve Emniyet Müdürü’nün "Mağdur, Türk değil!" açıklamasından sonra dağılan kitlenin suçla ya da mağduru korumayla alakası olmadığını da görmüş olduk.

**

Ne kadar yaksanız da öldürseniz de dövseniz de dönmeyecekler.

Onurlu veya onursuz, 13 sene önce kaçtıkları ölümün kucağına gitmeyecekler.

Niye gitsinler?

Evleri yıkıldı veya gasbedildi, arazilerine el konuldu ve gittikleri anda rejimin kitlesel kıyımına maruz kalacaklar...

Adını bile bilmediğiniz terör örgütlerinin kucağına düşecekler.

13 sene önce ölümden kaçan insanlar neden gitsin?

İyi kötü burada hayata tutundu hepsi…

Burada doğurdular.

Hamile sığınan kadınların çocukları bugün 13 yaşında. Babasının kucağında kaçan çocuklar 16, 17, 18 yaşında…

Muğla'da cesedi sahile vuran Aylan bebek eğer ölmeseydi bugün 13 yaşında bir genç kız olacaktı…

Aylan kadar şanssız olmayanlar bir şekilde büyüdü, burada okula gitti, Türkçe öğrendi ve Türkiyeli oldu...

Şimdi siz Aylan'la aynı yaşta olan çocukları "Aylan’ın kaderini yaşaması için mi" göndermek istiyorsunuz?

**

Hadi zorla kamyonlara, otobüslere doldurup gönderdiniz diyelim.

İdlib'i de dâhil edersek 8 milyonu aşan ve Türkiye'den nefret eden (ki bunda çok da haklı olan) bir halk, sınırın hemen ötesinde olacak.

**

Türkiye'nin önünde bir fırsat var.

Türkiye 100 yıl önce düşmeye başladığı ve dönem dönem azgınlaşan eski hastalığından kurtulup yeni duruma uyum sağlasa bu süreçten kazançlı çıkar...

Neydi 100 senedir devam eden durum?

"Türk’ten başka kimse yok!", "Herkes Türk!" algısı ile geri kalan tüm kimlikleri inkâr etmek.

Kürtleri bu yüzden inkâr ettin. Kürtçeyi bu yüzden yok saydın.

Ana dilde ninni söylemeyi bile yasakladın.

"Kürtçe şarkı söyleyeceğim." dediği için bir adamı vatanına hasret bir şekilde ölüme terk ettin…

N’eyleyim öldükten sonra gelen iadeiitibarı!..

Türkiye'nin önünde bir fırsat var.

Yeni anayasa konuştuğumuz şu dönemde, "demokratik, kuşatıcı, uzlaştırıcı" bir anayasaya, bebeğin anne sütüne muhtaç olduğu kadar muhtacız.

Ve bu ülke, içindeki bütün unsurları "vatandaş" kabul ederek ve bu realiteyi özümseyerek bu anayasayı kaleme almalı...

"Sözün uzunu ahmağa söylenir."