Saatçi...

Genellikle akşam saatlerinde kentin kalabalık meydanlarında yere açtıkları sergilerle saat satan ve peltek Türkçeleri ile dikkati çeken “siyah”lara karşı sempati besliyorlar.

Dı.

"Kara oğlan" diye seviliyordu "bizim siyahlar."

Bu sempati, uzun yıllar Türkiye'de futbol oynayan bazı isimler sayesinde kazanılmıştı.

Fenerbahçe ve Başakşehir'de futbol oynamış Pierre Webo'nun Avrupa maçı sırasında yabancı hakem tarafından ırkçı ifadelere maruz kalmasına gösterilen tepki de siyahlara duyulan sempatinin fotoğrafı olmuştu.

**

Olayın yaşandığı dönemde, MHP'nin Twitter hesabından “Seninleyiz Webo”, İYİ Parti'den “Yanındayız Webo...” mesajları paylaşılmıştı.

Ancak Karabük Üniversitesi'nde siyah öğrencilerin Türk kızları ile "yakın" arkadaşlık kurmaya başlaması, bu sempatiyi kısa sürede nefrete dönüştürdü.

Çünkü MHP'den ayrılan ve Türk olmayan herkese düşmanlık ederek kendine zemin bulmaya çalışan, hatta seçme yaşının ortaokul seviyesine düşmesi hâlinde iktidar olacağını söyleyerek hitap ettiği zekâ seviyesini ayan beyan ortaya döken bir partinin, ilginç bir şekilde toplumda hızla kabul görmesi ile perde de yırtıldı.

Perde yırtılınca utanacak bir şey de kalmadı. İş, aş, aşk konularında kendilerini yetersiz hissedenler açıktan düşmanlığa başladı.

**

Ülkemiz tam bir göç merkezi.

Doğu'dan Batı'ya, Kuzey'den Güney'e ya da tam tersi.

Klasik anlamda ticaretin, medeniyetlerin köprüsü olduğu gibi göçün de köprüsü Anadolu.

İnsanlık tarihi boyunca savaşların bir türlü nihayete ermediği, barışın çok az bir süre hâkim olduğu topraklar.

Osmanlı'nın son döneminde Anadolu coğrafyasında, Batılı ülkelerin desteğiyle milliyetçi reflekslerle başlayan bağımsızlık hareketlerinin etkisiyle Yunanistan, Arabistan, Irak ve Suriye gibi ülkeler bağımsızlıklarını kazandı.

Gidenlerin, gidiş şekline tepki gösterilmesini anlayışla karşılayabiliyorum.

Ancak o günden 100 sene sonra kin tutmayı ise anlamıyorum.

**

Yeni rejim (cumhuriyet), "Bizim bizden başka dostumuz yoktur." mottosuyla dünya ile bağı koparıp içe kapanarak derin bir yalnızlık çekerken 80'li yıllardan itibaren hızlı bir entegrasyon süreci yaşandı.

Şarklıların hızlı başlayan Garplı olma hevesi hiç bitmedi.

"Gâvurun emeklisi hayatını yaşıyor. Gelip aylarca bizim yörelerimizde tatil yapıyor." ile başlayan özentilik, internet ve sosyal medya ile de sınırlar kalkınca “Batılılardan daha batılı olma” sevdası katlanarak devam etti.

**

Heveslendiren, belki Avrupalıların yaşadığı refah düzeyiydi belki de kısa sürede "başörtüsü vs. İslam düşmanlığı"nın belirgin hâle gelmesi sayesinde boyası dökülen "Kopenhag Kriterleri..."

Hepimizin, Batılı olmayı arzulatmaya yetecek kadar bir gerekçesi vardı mutlaka. Ne kadar çabalasa da bir Batılı gibi tüketemiyor, o refah düzeyine erişemiyor ve neden istenmediğini içten içe anlamlandırmaya çalışıyordu.

**

Garplıların "medeni" yüzünün ardındaki üsttenci bakış, bizim Şarklıları hep ezik hissettirdi.

Medeni Batı'nın bin yıldır terk etmediği kötü huyu, elbette kendinden olmayanı istememesiydi.

AB Komiseri Joseph Borrell'in, AB'yi korunması gereken bir cennet bahçesine, dünyanı geri kalanını ise vahşi bir ormana benzetmesi ve sorunu "yerinde" çözme önerisi de boşuna değildi.

Hızla Batılılaşan halkımız, tabii ki bu istenmeme duygusunu da derinden hissetti. O, kendinden olmayanı istemedikçe biz "sizdeniz" demeyi ısrarla sürdürdük.

*

Suriye iç savaşı sonrası milyonlarca Suriyeli göçü, Afgan mülteciler ve bu gürültüde kimsenin pek gündeme getirmek istemediği, Türk devletlerinden gelen göçmenler...

**

Her biri gelip bir şekilde burada hayata tutundu. Tuvaletçi, temizlikçi, bisikletçi, tamirci, kapıcı, ırgat, tekstilci…

Artık, yeni nesil sosyal medya beyazı Türklerin beğenmediği işlerde çalışmaya başladılar. İşte tam da burada, bizim “Şarklı bünyesine Batı libası giymeye çalışan” kesim, bir anda kendini daha Batılı hissetmeye başladı.

Öyle ya, yıllarca Batılının kendini hor gördüğü gibi başkalarını hor görmeye başladı. Pis Suri, tecavüzcü Afgan... Ne ararsan gırla...

**

Suriye iç savaşı başladığında muhacir lafını ağzından düşürmeyenler bile zaman içerisinde bu kadar sert olmasa da rüzgâra kapıldı. Pandemi ile birlikte derinden hissedilen ekonomik kriz tüketme dürtüsünü törpüleyince, asla çalışmayacağı işler bir anda "İşimizi elimizden aldılar." suçlamasıyla kıymete bindi.

E, hava bu olunca sinsi çakallar durur mu? Durmadılar, yıllardır kaşıdılar, kaşıdılar ve nihayetinde 6-7 Eylül 1955'te yaşanan ve Rum azınlığa yönelik kitlesel saldırılara dönen pogrom sahnelerini 2024'te tüm dünyaya izlettiler.

Önce, gerçek olup olmadığı bile şüpheli olan bir taciz videosu üzerinden birileri galeyana getirildi.

İlk anın heyecanıyla refleksif bir tepki olduğu düşünülse de pogrom girişiminin organize olduğu iki gün içinde ortaya çıktı.

Telegram gibi iletişim araçlarında kurulan gruplarda 3 milyondan fazla Suriyeliye ait pasaport ve adres bilgileri paylaşıldı.

Hedef, adım adım, isim isim yakalamak, darp etmek belki de öldürmek. “PKK kaçırmasın.” diye ailesinin Türkiye'ye gönderdiği 17 yaşındaki Ahmed gibi...

Dün Kürt üzerinden, Kürt kimliğini yok saymak üzerinden kendilerine siyasi ve sosyal hayatta yer tutmaya çalışan ırkçılar, bugün doğrudan Suriyeliler, dolaylı olarak ise tüm mülteciler üzerinden bir iç savaş provası yapıyor Türkiye'de.

Siyah seven ırkçılar, perdeyi yırttı.

Durmayacaklar...