İlk akla gelen soru şu: Neden Heniyye Filistin halkının kıyıma uğradığı bu kadar zor zamanda sırf bir törene katılmak için Tahran’a gitti? Hem de İran, 2020 Kasım Süleymani suikastından beri pek çok başka suikastları önlemekte yetersiz bir istihbarata sahipken ve hiç de Heniyye gibi bir lider için güvenli bir ülke değilken. Neden İranlı yetkililer, Hizbullah’ın lideri Nasrallah’ın aynı törene gelişini iptal ederken Heniyye’nin törene katılımı gerçekleşti? İran Devrim Muhafızları’nın kaldığı bir binada misafir edilen Heniyye ve mahiyeti hedef alınarak vurulurken neden diğer katlarda kalanlara hiçbir şey olmadı? Örneğin İslami Cihad liderinin (Ziyad Nahallah), aynı binada başka katta kalmasına rağmen kendisinin burnu bile kanamamıştır? Bu kadar nokta atışlı bir suikastın, İran hükûmetinin ve kurumlarının içine sızmadan gerçekleştirilmesi kuşkusuz imkânsızdır.

Heniyye suikastından önce İran’ın Suriye Büyükelçiliği vurulmuş ve sonrasında İran’ın verdiği göstermelik karşılığı hâlâ hepimizin hatırında. Zira ABD’li ve İranlı yetkililer, İsviçre’de bir araya gelerek krizi tırmandırmama konusunda anlaşmaya varmışlardır. Peki, bu sefer de aynı süreçler mi yaşanacak? Ve İran bir devlet olarak bu kadar zafiyetini ortaya çıkaran suikasttan sonra yine kapalı kapılar ardında ABD ile anlaşarak krizi tırmandırmamaya mı çalışacak?

Aslında yukarıda sıraladığım sorular daha da uzayıp gider… Okuyucunun dikkatini çekmek istediğim iki konu var. Birincisi Ortadoğu’da benim derslerde okuttuğum “hegemon güç istikrarı teorisi/kavramı” artık kaybolmuş durumda. Diğer bir deyişle bölgede istikrarı sağlayabilecek ABD’nin saldırgan gücünü dengeleyebilecek başka bir hegemon güç yok. Çin’den falan hiç medet ummayalım. Dolayısıyla her bir devlet, kendi gücüne güvenmeli ve ittifak ilişkilerinde bile çok dikkat etmeli. Bu elbette ki mazlumdan yana olma ve Filistin davasını savunma konularını ikinci plana atmak anlamına gelmiyor. Demek istediğim, önce siz güçlü olmalısınız ki Filistin davasını da güçlü olduğunuz için güçlü bir şekilde savunabilesiniz. İran, gücünün üstünde Ortadoğu’da askerî gücünü yaydı. Bugün gelinen noktada, İran kalbinden vuruldu ve Filistin davasını savunabilecek bir İran’ın varlığından söz etmeyi bırakın, kendi cumhurbaşkanını ve dışişleri bakanını aynı helikopter kazasında kaybeden ve naaşlarına ancak iki gün sonra ulaşan bir İran var karşımızda…

İkinci dikkat çekmek istediğim husus, Cumhurbaşkanımızın şahsının hedef alınmasıdır. Çünkü an itibarıyla İsrail’in, özellikle ticaretine çomak sokarak diplomatik başarılarıyla İsrail’e karşı en etkin mücadeleyi Erdoğan vermektedir. Birincisi, Doğu Akdeniz’de korona ve Arap baharı döneminde harıl harıl doğal gaz çıkaran İsrail, bu doğal gazı Kıbrıs’ın doğusundan Türkiye’ye, oradan Avrupa’ya aktarmak istedi çünkü Kıbrıs’ın batısından aktaramıyor, denizin derinliği çok fazla maliyet artıyor… Ama Ankara ile Tel Aviv, bu konuda bir anlaşmaya varamadılar. İkinci sorun ise İstanbul’da, İsrail’e karşı sadece limanlar kapatılmadı aynı zamanda İsrail’e depolar da kullandırılmıyor. Bu durum da İsrail’i çok mağdur etmektedir. Cumhurbaşkanımız, İsrail tarafından hedef alınırken İmamoğlu da bence kullanılıyor ve itibar suikastı yapılıyor. Böylece Erdoğan-İmamoğlu karşıtlığında hâlihazırda yaşanan kutuplaşmayı köpürterek Türk halkı bölünmeye ve Türkiye içeriden zayıflatılmaya çalışılıyor. İsrail Dışişleri Bakanı bunu aslında beceriksizce ve göstere göstere yaparak Türk halkını birlik ve beraberliğe sevk ediyor. Bize de lider, parti, ideolojik ayrışmanın şu zamanda ne kadar zarar verici olduğu göstermiş oluyor.

Sözün özü, muhalefet ya da muhalefete ait simler, hele ki bir belediye başkanı lütfen ama lütfen “Hamas bir terör örgütü müdür?” tartışmalarını artık bıraksın. Çünkü zaman, İsrail yönetimindeki siyonistlere karşı yer alma ve onun hedefindeki Erdoğan’ın yanında safları sıkılaştırma zamanıdır.