Kahveyi orta şekerli sevenlerdenim. Öyle lattedir, filtredir anlamam ben. Çekilmiş Türk kahvesi derim başka da bir şey demem. Yolunuz Mısır çarşısına düşerse şöyle iki yüz gram benden de esirgemeyin lütfen. Yadigar koltuğuma oturup her gün yalnız bir kahve içerim ikincisi de dostlarımla. Koltuğa hiç kalkmamacasına güzelce gömülürüm. Belime de bir yastık sıkıştırır kahvemi höpürdeterek içerim telvesini şöyle bir ağızımda dolaştırıp gözlerimi de kapatıp kokusunu içime çekerim.

Kahvemi cezvede kısık ateşte yavaş yavaş pişiririm. İliklerime kadar dinlenip. Tadına vara vara yudum yudum içerim. Kahvenin mutlulukla bir ilgisi var kokusu buram buram çağırır sizi zaten. Kırk yıllık hatırı var olayına geçmeden beni nasıl dinginleştirdiğini anlatıyorum çat pat. Yalnız içerken kahvemi günümü değerlendiririm özlediğim insanları düşünür hemen telefona koşup uzun uzun lak lak ederim. Çamaşırı, bulaşığı boş ver nasılsa onlar eninde sonunda yapılıyor. Keyfimden ödün veremem hiç kusura bakmasınlar. Kahve içebileceğiniz dostlar biriktirin. Yalnız da oluyor amma velakin sohbetle başka güzel oluyor. Yalnız içilen kahve yorgunluk kahvesidir. Dostlarla içilense sohbet kahvesidir. Gönül ne kahve ister ne kahvehane, gönül muhabbet ister kahve bahane. Doğru vallahi sonuçta kahveyi yapar yalnız da içersin. Ama yanında sevdiğin bir de sohbetine doyamadığın varsa, o kahvenin tadına doyum olmaz. Kahvenin neden kırk yıllık hatırı varmış, bilmeyenlere gelsin.

Bir zamanlar İstanbul Üsküdar'da çok güzel kahve yapan ve insanlarla keyifli sohbet eden biri varmış. Bu kişinin sohbeti gerçekten çok keyifliymiş. Onunla bir kere sohbet eden sonra yine sohbet etmek istermiş. İnsanlar bu zatı muhteremin dükkanına çok uzak yollardan kahve almaya gelir, hem kahvesini alır hem de kahveciyle sohbet ederlermiş. Kahveci de, gelenlerin dertlerini dinler, onlara nasihatler verirmiş. Günlerden bir gün, bir yeniçeri bu dükkana gelmiş. Yeniçeri, Rum gemisi kaptanı hariç, içerideki herkese kahve ikram ettiğini söylemiş. Kahveci, herkese kahve yapmış. Ardından eline aldığı iki fincan kahveyle birlikte Rum gemisi kaptanının yanına oturmuş. Durumu fark eden yeniçeri, çok sinirlenmiş ve “Ben, sana o Rum’a kahve vermeyeceksin demedim mi?” diye bağırmaya başlamış Kahveci ise yeniçeriye dönmüş ve “Bu kahve senin değil, benim ikramım” demiş. Bunun üzerine yeniçeri hiçbir şey diyememiş. Yıllar yılları kovalamış aradan tam tamına kırk yıl geçmiş. Ve Sisam adadında bir isyan çıkmış. Bu bölgedeki Rumlar ayaklanmışlar.

Kahveci, bu isyan döneminde Rumlara esir düşmüş. Bilindiği üzere o yıllarda esirler, esir pazarında satılıyormuş. Kahveci de bu esir pazarında yaşlı bir adama satılmış. Yaşlı adam kahveciyi ıssız bir yere götürmüş. Kahveci başına gelebilecekleri hayal edemiyor ve çok korkuyormuş. Issız yere geldiklerinde yaşlı adam, kahveciye “Korkma! Sana bir zararım dokunmayacak. Sen bana kırk yıl önce bir kahve ikram etmiştin hatırladın mı? İşte ben o Rum gemisi kaptanıyım” demiş. Kırk yıl önce o küçük iyiliği ve dostluğu unutmayan rum kaptanı kahveciyi serbest bırakmış. İnsanları sıkıntıdan kurtarıp bir kahve içirmek iyiliklerin en güzeliymiş. Kahvemizin hatırı kırk yıl, ikramımız bol, kahvelerimiz köpüklü olsun. Şifa ile için, dinlenerek için, kahkaha ile için...