Lübnan’daki Hizbullah ile İsrail arasında kontrollü bir seviyede gerilim, 8 Ekim tarihinden bugüne kadar sürmekteydi. Ancak İsrail tarafından işgal edilen Golan Tepelerindeki Mecdel Şems bölgesindeki bir halı sahanın hedef alınması, gerilimin kontrolden çıkma potansiyeliyle karşı karşıya bıraktı. 

Hizbullah saldırıyı kendilerinin yapmadığını iddia ederken İsrail ve ABD, saldırının Hizbullah tarafından yapıldığını ileri sürdü. Birçok çevre saldırının aslında kimin yaptığını tartışırken ben bu tartışmanın gereksiz olduğuna inanıyorum. Saldırıyı kimin yaptığı bence önemli değil. Önemli olan bu olayın başka bir şey için araçsallaştırılıp araçsallaştırılmayacağıdır.

Bugüne kadar yüzün üzerinde sivili Lübnan’da öldüren İsrail için sivil kayıp önemli değildir. Özellikle İsrail vatandaşı olmayan ve İsrail’e karşı tavırlı olan Golan Tepelerindeki Dürzîler de çok umurunda değil.

Aynı şekilde Hizbullah için de sivil öldürmüş veya öldürmemiş olması çok da umurunda değil. Hizbullah’ın Suriye’de ne kadar çok sivil öldürdüğünü bilmeyen kalmadı artık.

Burada önemli olan, yeni bir savaşın çıkıp çıkmayacağıdır.

Not etmeden devam etmeyeyim: Savaş derken, İsrail kara harekâtından bahsediyorum. Yoksa zaten bölgede çatışmalar devam ediyor.

Savaş çıkıp çıkmayacağı da aslında temelde üç faktöre bağlı.

Lübnan bağlamında gerilimin artmasıyla birçok ülke devreye girdi ve taraflar arasında ara buluculuk yapmaya çalıştı. Öncelikli olarak ABD ve Fransa devreye girmiş olsa da Lübnan hükûmetinin, tansiyonu düşürme gayretleri son derece önemli.

Bugüne kadar İsrail ve İran arasındaki tüm gerilimlerde benzer bir süreç işledi. Önce gerilim arttı. Sonra ABD başta olmak üzere ara bulucular devreye girdi ve tarafları cevaplarını sınırlandırmak için ikna etti. Karşılıklı olarak göstermelik cevaplardan sonra gerilim düştü.

İsrail’in Lübnan’da Hizbullah’a yönelik hava saldırıları benzer bir sürecin parçası olabilir.

İkinci etken ise Amerikan seçimleridir. İsrail’in önümüzdeki süreçte tüm politikalarını yakından etkileyebilecek unsur, Amerikan seçimleridir.

Eğer Trump ve Cumhuriyetçiler seçimleri kazanırsa İsrail’in daha agresif olması ve ABD tarafından daha güçlü bir destek alması beklenebilir.

Harris ve Demokratlar kazanırsa İsrail’i sınırlandırmaya yönelik bir politika izlemeleri öngörülebilir. Bu sınırlandırmayı bölgedeki sivil kayıpları önemsedikleri için değil, İsrail’in çıkarının savaşı sınırlandırmak olduğuna inandıkları için yapacaklardır.

En büyük destekçileri olan ABD’nin tutumundan emin olmadan ve seçimler sonucunda büyük değişim ihtimali varken, Lübnan’a girmek İsrail için büyük bir hata olur.

Son olarak, İsrail’in iç siyasi dengelerini göz önünde bulundurmak gerekiyor. İsrail’de Netanyahu’dan daha radikal ve daha sert aşırı sağ siyasi partiler güçleniyor.

O kadar güçleniyorlar ki hapishanede Filistinlilere tecavüz eden 10 İsrail askeri için İsrail mahkemesinin aldığı tutuklama kararının bile uygulanmasını engelliyorlar. Hatta Filistinlilere yönelik işkenceyi açıktan savunuyorlar.

Bu siyasi partilerin Lübnan bağlamında ne yapacağı ve neyi yapabileceğini kestirmek zor. Bilenler hatırlayacaktır, Ariel Şaron’un İsrail hükûmetini manipüle ederek nasıl Lübnan’a girdiğini.

İsrail’in dün akşam Beyrut'u hedef alması, yukarıda bahsedilen hava saldırılarının aksine böyle bir çabanın parçası olabilir.