Bu yüzyılda bizim gibi örf ve âdetlerine bağlı bir toplumda gelenek ve gelişme arasında ahenk yakalanmadan çağın gereklerine ayak uydurma çabalarımızın zorluklarını gördük ve sancılarını yaşadık.

Ve ne yazık ki sloganlarla vatanseverlik arasında da bir ahenk oluşturmadığımız için bugün ortak bir geleceği inşa etmenin sıkıntısını yaşıyoruz.

Modernleşme ve küreselleşmenin getirdiği köklü değişiklikleri bizim DNA’mıza işlemiş alışkanlıklarımıza uyarlamak çok zor oldu. Yine aynı şekilde ulus devlet bilinci yaratmadan, üst kimlik-alt kimlik meselelerini çözmeden, anlatmadan ve içselleştirmeden farklı köklerden gelip, farklı hayatlar yaşayıp fakat aynı zorlukları yaşamış bizlerin ortak gelecek tahayyülünü yaratmadığımız dönemler oldu. Ve bu dönemlerde her sabah okullarda öğrencilere okutulan Andımız’da yaşadığımız meselenin temelinde bu eksiklikler vardı. ‘Andımız kalsın mı, kalksın mı?’ derken bugüne geldik ve teğmenlerin mezuniyet törenindeki nur topu gibi bir krizi kucağımızda bulduk.

Millî Savunma Üniversitesi (MSÜ) Kara Harp Okulu’nda Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreni, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bölüm birincilerine diploma ve ödül vermesiyle gerçekleşti. 960 mezun teğmenden 400 teğmen bir saat süren geleneksel "subaylık yemini"nden ve resmî törenden sonra kılıçlarıyla ve dönem birincisi eşliğinde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganı attılar.

Hemen akabinde farklı kesimlerden farklı tepkiler geldi. Kimi bir darbe çağrısı olarak nitelendirdi kimi Atatürk ilke ve inkılaplarının şerefli Türk askerleri tarafından ‘Ordu’nun korunduğunun, kurucu liderinin Mustafa Kemal’in başkomutanı olduğunun teyidi olarak nitelendirdi. Hatta daha ileriye giden, “devletin en tepesinin alarm zillerinin çalmasına yol açacak tehlikeli bir oyun, bir isyan” olarak nitelendirdi. Ben her iki yaklaşımın hem sakıncalı hem de eksik olduğu kanaatindeyim.

Bizi biz yapan; inançlarımız, kimliklerimiz yani karakterimizi oluşturan değerlerimizdir. Bir diğeri ise ortak değerlerimizdir. Tüm bu değerlerin birbiri ile barışık yaşayabildiği bir ülke ancak vatan; bizler ise mutlu insanlar olabiliriz.

Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi ve lideri elbette ortak bir değerdir. Mustafa Kemal Atatürk’ün tüm bu coğrafyada herkes için anlam ifade etmesi, kurucu lider olarak sahiplenilmesi gelecek için de çok önemlidir.

Ancak bugüne kadar her darbe çağrısında ve darbe dönemlerinde Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve inkılapları doğrultusunda yapıldığı söylenen bütün anti-demokratik dönem uygulamalarının aparatı yapıldığını unutmayalım. Atatürk’ün kurduğu ‘Cumhuriyet’in devamında değişimin bir anda gerçekleşmesi mümkün değildi elbette ve millet olarak bu durumu kabullenerek ve mecburiyetini anlayarak bugünlere geldik.

Yıllarca sürmüş hukuksuz, adaletsiz ve vicdanlara sığmayan uygulamaların, ayrışmaların, asimilasyonun yaratmış olduğu korkunun ve karşılıklı güvensizliğin tamamen yok olduğunu söylemek mümkün değil.

40 yıl önce ben yarım yamalak Türkçemle Andımız’ı okuyamadığım için yediğim dayağı daha yeni unutabildim. Benim çocuklarım şimdi Andımız’ı okusalar ve “Türk’üm, doğruyum, çalışkanım!” diye haykırsalar; bırakın rahatsız olmayı ancak gurur duyarım. Çünkü onların coşkusundaki sahicilik ve yemindeki aidiyet duygusunu azaltacak hiçbir acı ve ötekileştirme yaşamadılar.

Bugün eğer bozkurt işaretinden ve her çektiğimiz acının yaşandığı anda üstümüze öfkeyle söylenen sloganlar canımızı acıtıyorsa ve bunu dile getirecek olduğumuz anda bizi ‘vatansevmezlikle’ suçlayacaklarsa asıl o zaman gelecek için umutsuzluğa düşeriz. Ortak bir geleceğe ilerlemek için yüreklerimizde sakladıklarımızı ve kapalı kapılar arkasında söylenenleri birbirimize açıkça söylememiz gerekir. Birbirimizi dinlemek, birbirimizden öğrenmek, birbirimize saygı göstermek ve ortak bir zemin bulmak için devamlı olarak çaba göstermeliyiz. Bu topraklarda paylaştıklarımızın; bizi ayıran sembollerden, sloganlardan çok daha kuvvetli olduğu yolundaki inancımız eksilmemiştir. Kürtler, Türkler, Aleviler, Sünniler diğer ırk ve mezheplerle beraber Anadolu topraklarında binlerce yıldır barış içerisinde yaşamışlardır. Zaman içinde hangi kesimden olursa olsun daha aşırı yönelimde olanlar isyan etmiş ve de yanlış yapmış olsa da ortak adalet, ortak vicdan, ortak geçmiş ve de geleceği ortak bir şekilde oluşturma arzusu milletimizin ruhunu ve vücudunu oluşturmuştur.

Bu ortaklık, ortak lider Atatürk’ün, Anayasa’da her kelimesi özenerek seçilen “Vatandaşlık bağı ile bağlı herkese Türk denir.” ifadesiyle kapsayıcı olmuştur. Zaten bu kapsayıcılık Türkiye’yi ve Türklüğü tanımlamıştır. “Sadece bozkırlardan gelen bozkurtlar Türk’tür ve de işareti bozkurttur.” dememiş, vatandaşlık bağı ile nereden gelirse gelsin, ay yıldızlı bayrak altındaki herkesi kapsamıştır.

Ne yazık ki sonradan oluşan darbeler ile Kürt ve Alevilerin ve diğer ırk, inançların özgürlük arayışı Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyet ile ilgili değildir. Bu arayışlar darbelerin getirdiği anlayışa karşı olmuştur. Askerî darbeler sonrası toplumda, her ideoloji ve inancın, bir diğerini bastırmak için kullandığı Müslümanlığın tanımı ve Türklüğün tanımını Atatürk’e mal ederek ikna etme çabası yüzünden çıkan ve de mantığa aykırı düşüncelerin gerek medya gerekse partiler tarafından kutuplaştırılmasıyla oluşturulmuştur.

Bu yüzdendir ki millî maç sonrası yapılan bozkurt işareti, toplumu ortadan ikiye bölmüş; çünkü Atatürk’ün kurmuş olduğu ve de bir çatı altına topladığı bazı kesimleri ötekileştirmiştir. Buna nazaran teğmenlerin yemin töreni Anayasal düzlemde yemin töreninden sonra geleneksel bir eğlence metodu olarak görülmüş, toplumu ve teğmenleri de bu eğlenceli ama ayrıştırıcı olmayan bir yeminde buluşturmuştur. Çünkü buradaki teğmenler ne Aleviliği ne bozkırlardan gelen Türklüğü ne Sünniliği ne Müslümanlığı ne de Kürtlüğü değil; nereden gelirse gelsin ortak adaleti, ortak vicdanı, ortak mücadeleyi, ortak gelecek inşasını temsil eden Türkleri ve Türkiye Cumhuriyeti’ne olan bağlılıklarını sözcüklerle ifade etmiştir.