ÖSYM Başkanı Bayram Ali Ersoy, YKS sonuçları üzerinden değerlendirme yaparken başarının tek başına elde edilemeyeceğini belirterek başarı gösterenlere ve aynı zamanda ailelerine teşekkür etti. Ersoy, bu sene TYT’ye 2 milyon 819 bin 362, AYT’ye 1 milyon 776 bin 496 adayın girdiğini; beş adayın birinci olduğunu ifade etti.
Elbette çok çalıştığı hâlde emeğinin karşılığını alamayan çocuklarımız da oldu; bazıları üzüldü bazıları sevindi...
Bundan sonraki süreç, tercihlerin yapılması. Bazıları acele edip belki de hayatları boyunca mutsuz olacakları bölümleri tercih edecek; diğerleri ise evlerden uzaklaşmak için, sadece üniversiteye gitmek için tercih yapacaklar.
Sorun belki de mutsuz üniversite mezunları veya potansiyel üniversite mezunları çıkaran ülkemizde “eğitim politikaları”, “ailelerin çocuklarına yaklaşımları”, “gençlerin araştırmadan ve sorgulamadan uzak olmaları” olarak görülebilir.
Eğitim politikaları ve ailelerin yaklaşımları, Batılı ülkelerde çok daha farklı ve verimli olabiliyor. Örneğin Amerika’da çocuklar çok fazla farklı din, dil ve ırklara mensup öğrencilerle aynı sıralarda büyüdükleri, eğitim aldıkları için farklılıkları olan kişilerle daha kollektif çalışmayı veya uyum sağlamayı becerebilen bireyler olabiliyor. Liselerde kantinde çalışan, kütüphanelerde çalışan, restoranlarda hafta sonu çalışan; varlıkla veya değil, deneyim sağlayan gençler; mezun olduklarında daha girişimci ve sektörleri tanıyan, iş dünyasına hazırlıklı kişiler olabiliyor.
Üniversiteler her yerde açılan üniversiteler değil, sektörlerin kalbinin attığı yerlerde üniversite programları kuruluyor. Örneğin teknolojinin kalbinin attığı Silikon Vadisi’nde teknoloji konusunda yatırım yapan Microsoft, Apple gibi firmalarla iş birliği yapan üniversiteler; Caltech, ekonominin kalbinin attığı New York, Boston’da Harvard gibi, petrol ve kimyanın geliştiği Texas’ta UTD gibi üniversitelere Amerika’nın her yerinden, alanlarında okumak isteyen öğrenciler başvurabiliyor. Bu başvurular siyasetten bağımsız, belirlenen mütevelli heyetlerinden geçip burslu veya burssuz, sadece bilgileri ile değil; farklı düşünce, farklı bölgeden gelen ve farklı yetenekleri olan öğrencilerin kabulü ile son buluyor.
Ayrıca burada bulunan her profesör sadece ders anlatan değil, gerekirse bilimsel makale yayınlayan, bilimsel araştırmalarda bulunan, en iyi şirketlerde yöneticilik yapmış kişiler de üniversite çatısı altında yer edinebiliyor.
Batı dünyasında yer alan üniversiteler dinamik yapıdayken bizim ülkemizde ise durum çok daha farklı oluyor.
Nedenlerini sıralamak gerekirse; aile yapılarımızdan ötürü çocuklarımız lise döneminde yazın bile olsa herhangi bir hayat deneyimi almaları, çalışmaları ayıp sayılıyor. Küçük düşürücü görülüyor. Çünkü ancak ülkemizde ‘fakir çocuklar, okumayacak çocuklar çalışır’ diye bir kabul var.
Diğer bir neden; Trabzon da veya Ağrı’da herhangi büyük bir işletme yokken, özel hastane yokken burada eczacılık fakülteleri, işletme fakülteleri açmaktayız. Buraya giden öğretmenlerin barınma, iş deneyimini aktarma gibi sorunlarla beraber yeterlilik düzeyleri, akademik makale yazan akademisyen yokluğunu yani üniversitenin kalite sorununu da ortaya çıkarmaktadır. Öğrenci içinse profesyonel bir çalışma hayatının olmadığı bölgede o alanda yetersiz eğitim almasına ve de mezun olduğunda iş bulamamasına yol açmaktadır.
Başka bir neden ise eğitim alan öğrencinin memnun olmaması hâlinde başka bir bölüme geçmesinin zorluğudur. İnsan ömrü uzadıkça Japonya ve Amerika gibi ülkelerde kişiler hayatları boyunca üç dört farklı mesleği gerçekleştirebiliyor. Hukuk okuyan bir kişi belli bir süre sonra ekonomi okuyup farklı bir mesleği rahatlıkla yapabilirken ülkemizde yer alan üniversitelerdeki tek tip ders müfredatı buna engel olabiliyor.
Son olarak; ülkemizdeki gerekli dallarda kaliteli eğitim veren ve ihtiyacı olan üniversiteden mezun sayısı 40 bin-70 bin civarında olması gerekirken neredeyse her ilçeye bir üniversite götürmek, meslek okullarını geri plana atmak çok şeyi de beraberinde yok etmemize yol açıyor. Hayvancılıkla uğraşan bir ailenin çocuğu en verimli çağında sırf kontenjandan üniversiteye girdi diye dört senesi heba oluyor ve de memleketine döndüğünde ne hayvancılığı sürdürebilecek ne de ihtiyacımız olan tarımı devam ettirebilecek nesiller bulabiliyoruz; sadece devlete kapağı atmaya çalışan, tekrardan tek sınav KPSS sonucunu bekleyen ve de köylerde işsiz işsiz evde bekleyen maliye, eczacılık ve inşaat mühendislerimizden başka…
Ben geçmişte yaşadıklarımı bazen unutsam da aynı kaderi yaşadığım, benden küçük kardeşim unutmuyor. En küçük kardeşim İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nde okurken kendi imkânlarıyla Amerika’ya gidip, gece inşaatlarda bekçilik yapıp, orada işletme yüksek lisansı yapıp tekrar ülkesine dönmüştür. O anlatır... Ben ve kız kardeşimin ilkokulda Türkçe bilmediğimizden sınıf tekrarı yaptığımızı, eve giren tek gazeteyi okumak için yedi kardeş sıra beklediğimizi, hukuk okurken babamın fırınında hafta sonları temizlik yapıp masaları sildiğimizi, kız kardeşim ile lise ve ortaokulda aynı sınıfta okuduğumuz için bize tek kitap alındığını söyler. Hatta bir gün ablamla evin bulaşıklarını yıkarken musluğun arkasına koyduğumuz okul kitabının sayfasını kardeşim yavaş okuduğu için sınava yetişemeyeceğiz diye kızdığım anı anlatır.
Belki de başarı şansla gelmemekte... Doğduğumuz topraklarda, yetiştiğimiz coğrafyadaki zorluklar ve mücadeleler karakterimizi, ufkumuzu, hayallerimizi, mutluluğumuzu, gülücüklerimizi de şekillendirmekte…