Türk Dil Kurumu’nun 2024 yılının kelimesi oylamasından “kalabalık yalnızlık” kavramı birinci çıkmıştı. Böylelikle insanımızın şu günlerde kalabalık içinde yalnız kalma konusunu çok önemsediğini görmüş olduk.
Sık düştüğümüz yanılgılardan biri, kullandığımız kavramların mutlak tanımlamalar olduğunu zannetmektir. Oysa kavramların, terimlerin hatta olguların bile neredeyse tamamı icat edilmiş şeylerdir. Yalnızlık da aynı şekilde, insanlık tarihinin belirli bir döneminde ortaya çıkan, daha doğrusu icat edilen bir olgu.
İnsanoğlu, doğası gereği topluluklar hâlinde yaşar. Ailenin, kabilenin, topluluğun ve toplumun kökeni, hayatta kalma zorunluluğuna dayanır. Yeterli besine erişebilmek, doğal tehlikelerden korunabilmek ve soyun devamını sağlamak için bir arada yaşamak zorunludur. İlk çağlarda bir insanın tek başında hayatta kalma ihtimali sıfırdır. Sürüden ayrılan yok olur. Sürüden ayrılma da zaten sadece iki şekilde olur: Ya topluluk o insanı kovarak cezalandırır veya akıl sağlığı olmayan birey kendisi kaçıp ölüme gider.
İstisnalar bir yana, bu gerçeklik uzunca bir süre böyle devam eder. Yakın çağlara kadar insanın yalnız yaşaması imkânsızdır. Çoğunlukla aile hâlinde, ailesi yoksa bile bir topluluğun içinde yaşayabilir. Avcılık, toplayıcılık ve tarım ekonomilerinin değişmez kuralı budur.
Yakın çağlarla beraber dünyada büyük kentler ortaya çıkar. Büyük kentin özelliği, çok sayıda insanın bir arada yaşayabileceği bir düzene sahip olmasıdır. Kapitalizm ilerledikçe ve kentler geliştikçe bu şehir düzeni de gelişir. Yalnız başına ayakta kalabilmenin mekanizmaları oluşur. Avcı-toplayıcı topluluklar ve tarım toplumları için mutlak zorunluluk olan bir arada yaşam, sanayi toplumu için zorunluluk olmaktan çıkmıştır.
Bu, bir yanı ile insanın aileden ve topluluktan (cemaatten) özgürleşmesi anlamına gelir. Karşılığı ise topluma (cemiyete) daha fazla bağlı hâle gelmektir. İş gücünü özgürleştirmek isteyen yeni toplumun çekirdeği aile değil bireydir. Toplumsal yasalar ve tüm düzen, bireysel yaşamı kolaylaştırmak için örgütlenir. Toplumsal düzen de buna göre kurulacaktır.
Her alan, bu yeni paradigmadan nasibini alır. Kapitalist üretim ilişkileri, sosyal yaşamı, hukuku, dini, kültürel alanı… Aklınıza gelebilecek her yeri yeniden dizayn eder. Bu yeni düzen, büyük başarılar kazanır. Son iki yüz yılda yaşanan büyük ilerlemeler, aydınlanma ve kapitalizmin birlikteliği ile kurulan yeni dünyanın ürünüdür.
Artık insan, tarihte hiç olmadığı kadar özgürdür. Aileye veya topluluğa bağlı kalmadan yaşamını kolaylıkla sürdürebilir. Üstelik yeni çağ, meta üretiminde muazzam bir patlama ve insan ömründe kayda değer bir uzama anlamına gelmektedir. Bolca meta, uzun bir ömür ve yapayalnız kalabilme seçeneği…
Arıza da işte tam bu dizilimden çıkar. Bol meta ve uzun ömür, yalnız kalmayı bir seçenek olmaktan çıkarıp zorunluluk hâline getirir. Daha çok şeye sahip olabilmek için kalabalık içinde yalnızlaşmayı göze almanız gerekir. Önce metaya sahip olma arzusu ve rekabet, sizi benzerlerinizden uzaklaştırır. Yüzeysel ve gerçek olmayan ilişkiler kurmaya iter. Sonra, sahip olduğunuz meta sizi çevirip kendi içinize hapseder. Cep telefonlarından otomobillere, güvenlikli evlerden şatafatlı giysilere kadar hepsi aynı döngünün parçasıdır.
Daha beteri ise son kutuda saklıdır: Sağlıklı bir yaşam, bu yabancılaşmayı daha uzun yaşamanızı sağlar. Yaşınız hayli ilerlediğinde, ölüme yaklaşırken bu sefer kalabalık olmayan gerçek yalnızlığı deneyimlersiniz. Modern kapitalist düzenin icat ettiği yalnızlık, hiç değilse bedensel koşullarınız yüzünden içinize sızamaz hâle gelir. Kim bilir belki de bunun için müteşekkir olmanız gerekir.
2025’te “herkes için daha az yalnızlık” dileyeceğim ama, yukarıda yazdıklarımdan sonra bunun boş bir dilek olacağını siz de anlarsınız.