Şu yalın gerçeği kabul ettiğimiz takdirde ülkemizin menfaatlerini daha iyi koruyabileceğimize inanıyorum.

Türkiye’nin son 60 yıldaki en büyük düşmanı ABD’dir.

Bu söz kuru kuruya iddia edilmiş veya ortaya atılmış değildir. Bu konuda onlarca makale yazıp neşrettim. İsteyenler Yeni Akit’in internet arşivine girerek bunları okuyabilir. Burada bir özet sunarak okuyucularımı bu zahmetten kurtarayım.

ABD’nin ülkemize karşı işlediği en büyük düşmanlığı; halkın oyları ile seçilmiş devlet yöneticilerinin askeri darbelerle yönetimden indirmesidir. Öyle ki Adnan Menderes gibi naif ve son derece kibar bir Başbakan’ı dahi idam ettirecek kadar gözü dönmüş ABD’li yöneticiler ve onlara uşaklık eden kişiler vardır.

ABD yöneticileri eğer isteseydi bir telefon ile 27 Mayıs 1960’ta yapılan darbe sonrasındaki idamların önüne geçebilirlerdi. Nitekim 12 Eylül 1980 sonrasında Kenan Evren’e ABD Genelkurmay Başkanı Alexandre Haig bir telefon açmış sonrasında Yunanistan; hiçbir bedel ödemeden NATO’ya geri dönmüştür.

Türkiye’de kurulan bütün hükümetler ABD’de yetişip ordumuz içinde general rütbesine yükselmiş paşalardan korkup çekinmişlerdir. Zira her 8-10 senede bir darbe yapılmış ülkede hortumculuk başta olmak üzere her türlü haksız ve hukuksuz icraatlar yapılmıştır. Bunun bedelini hala ödemeye devam ediyoruz.

15 Temmuz 2016 darbesinde de çok açık bir şekilde ABD’nin müdahalesini gördük. Öyle ki darbeyi gerçekleştiren ekibin başındaki Feto ve yöneticileri hala ABD tarafından korunmakta ve Türkiye’de müebbet hapisle yargılandığı halde iade edilmemektedir.

İşin daha acı tarafı ise şudur. Yine bir ABD tarafından tezgâhlanan fakat tarihe “post modern darbe” adıyla geçen 28 Şubat 1997 süreci sonunda müebbet hapis cezası alan 21 general ve amiral; üstelik Yargıtay tarafından cezaları tescil edildiği halde hala hapse konulamamıştır. Bu durum askeri vesayet unsurlarının ve ABD’nin ülkemizde hala ne derece güçlü olduğunun bir kanıtıdır.

Peki, ABD sadece yöneticilerimizi iktidardan düşürerek mi düşmanlık yapmıştır?

Elbette hayır. Türlü türli desise ve iğrenç oyunları vardır. Daha geçen hafta bir skandal kararı daha gördük. ABD, Türkiye’ye CAATSA yaptırımlarını açıkladı. ABD, Rusya’dan S-400 sistemlerinin alımı nedeniyle Türkiye’ye bazı yaptırımlar uygulama kararı aldı. Bu yaptırımlarının arasında Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayi Başkanlığı (SSB), Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir ve Başkanlık yetkililerinden Mustafa Alper Deniz, Serhat Gençoğlu ve Faruk Yiğit’in bulunduğu açıklandı.

ABD resmen “ülkeni savunmak için silah alamazsın, eğer bunu benden istersen o anki keyfime göre düşünüp ister veririm ister vermem” diyecek kadar küstahça kararlar alabilmektedir. Onları bu derece şımartan husus ise geçmişte yaşadığımız acı olaylardır.

ABD’nin nasıl kalleş ve haydut bir ülke olduğunu “Bahriyede 15 Yıl isimli” kitabımla anlatmıştım. Yıllar önce Muavenet’imizi vurduğunda da ses çıkaramamıştık. Adeta bize tokat vurdukça diğer yanağımızı uzatmıştık. O halde bu acı olayı hatırlamakta yarar vardır. Zira o dönemde Donanma Komutanlığına bağlı savaş gemilerinde Atış İdare Subayı olarak görev yapıyordum. ABD’ye karşı bir eylem yapılmaması için emir üstüne emir yağıyordu.

NATO tatbikatında Muavenet isimli muhribimizin, ABD’nin Saratoga gemisinden atılan iki güdümlü mermi ile vurulmasının kaza olmadığını KDY Yayınlarında hala satılmakta olan bu kitabımdan detayları ile birlikte okuyabilirsiniz. Bu durumu birçok silah uzmanı teyit etmiştir. Kaza süsü verilmiş bu acı olayın aslında bir “gözdağı” olduğunda herkes mutabıktır. Yediğimiz darbenin acısını her Türk vatandaşı yaşamıştır. Bir donanma subayı olarak benim daha fazla yaşamam çok doğaldır. Gemi komutanı dahil olmak üzere 5 askerimiz şehit olmuştu.