Suriye’nin, ne kadar ağır bir zulüm ve baskı döneminden geçtiği günbegün daha iyi anlaşılıyor. Neredeyse sadece çekirdek ailesini gözeterek ülkesi ve insanlarını perişan eden diktatörün, geride bıraktığı tablo korkunç.

Diktatörler değişmiyor da ‘sömürgeci mantığıyla işleyen Batılı kafa yapısı’ değişiyor mu? O da aynen devam. Batı medyası, ilk günlerin coşkusunun hatırına, “Suriyeliler kazandı.” deyip geçemiyor. Suriye’nin geldiği yeri analiz ederek ‘kazananlar-kaybedenler’ listeleri yayımlıyorlar.

İlgili haberlerin satır aralarından, “Türkiye güçlenebilir.” denildiğini çıkarıyoruz. Bazı yorumlarda, Türkiye’nin güçlendiğini açıktan yazmışlar. Hatta cümlenin başında, tam “Eyvah!” diyecekken yutkunmuşlar ya da önce yazıp sonra silmişler. Dillerinin ucundaki sözün orijinal hâlini ben başlığa yazdım.

Türkiye sürecin neresinde?

911 km sınırımız, tarihî bağlarımız, akrabalık ilişkilerimiz varken neresinde olabiliriz? Suriye’nin imarı, istikrarı ve güvenliği bizi doğrudan ilgilendiriyorken nerede durabiliriz?

Sahadaki iki devletten, Rusya ve İran’dan her anlamda ayrıştığımız apaçık ortada.

Rusya, sahada yenilmiş Beşşar Esed’e kucak açarak eli kanlı diktatörle kader ortaklığı yaptığını tescillemiştir. Önümüzdeki iyileştirme sürecinin, gönüllü olarak dışına çıkmış, söz hakkını yitirmiştir.

Esed’in, iktidarını kesin olarak kaybettiğinin ortaya çıktığı son günlerde dahi uçaklarıyla Suriye’ye bombalar yağdırması, bundan sonrası için ara bulucu ve imar edici bir güç olamayacağının garantisidir.

Belki de Hmeimim'deki hava ve Tartus'taki donanma üssünü güvenceye almak ona yetecektir. Ukrayna’ya yoğunlaşmanın ve en az zararla sıyrılmanın hesabındadır.

İran, Suriye’deki zulme bizzat ortaktır. Milis güçlerini göndermiş, cephane tedarik etmiş, zalimliğin danışmanlığını yapmıştır.  

Üstelik İran’da halkın yarısı, son seçim sandığı gitmeyerek muhalifliğini sert biçimde gösterdi. İktidar, ayakta dursa da ‘sürekli türbülans’ hâlinde. İran, kalan onuru ve içe dönük umudunu kurtarmak üzere kendisine bir iyilik yapacak ve Suriye sahasından çekilecektir. Başka şansı kalmamıştır.  

ABD, SDG’ye sahip çıkmasının gerekçesi olarak ‘DEAŞ’la mücadele’ yalanını söylemeye devam ediyor. İsrail’in projelerinin taşıyıcısı. O hedeflere uygun düştüğü ölçüde, PKK/PYD’nin de arkasında.

İçimizdeki kötümserler

Suriye ve dahi Türkiye için yarın, dünden daha iyi olacak. Devrimin şafağında, bunu tartışmanın gerekçesi yok.

Bu gerçeklik, içimizdeki, “Suriye’de iyi bir şey olamaz!” fikrine ve duygusuna demir atanları rahatsız ediyor. Suriyelilerin, bedelini ödeyerek diktatörlerini göndermiş olmalarını kabullenemiyorlar.

İsrail’le savaşmamız gerekeceğine dair korkutmalarının, HTŞ’nin geçmişine gönderme yaparak karamsarlık yaymalarının arkası kesilmiyor. İç savaşın, şekil değiştirerek devam edeceğine ilişkin ağır tahminleri var. Sınırımızda bir Afganistan kurulduğuna dair korku propagandasında ısrar ediyorlar. Kürt devletinin kurulacağına, güneyimizdeki sorunun büyüyeceğine dair yüksek(!) iddialara sahipler. Hepsi bir yana, aklı “Esed’in kıymetini bilemedik!” düşüncesinde kalanlar dahi var.

“Eyvah” diyenler haklı

İki parametre çok açık: 1. Mültecilerin önemli bir bölümü geri dönecek. 2. Suriye’nin yeniden yapılandırılması, mutlaka Türkiye’nin lehine işleyecek.

Bölgedeki en önemli ve en güçlü aktör Türkiye. Önemi, gizli ve kirli hesabı olmamasından, bugüne kadar tarihin doğru tarafında durmasından ve doğru zamanda doğru adımları atmasından kaynaklanıyor. Gücü, bizatihi güçlü olmasından ve haklılığından geliyor.