Narin cinayeti bizim için bir sınava dönüştü. Cansız bedeninin geç bulunması, katilinin ise hâlen netleşmemiş olması, sınavı uzattıkça uzatıyor. Sürecin uzamasından doğan boşlukları herkes kendince dolduruyor.
Herkes polis, herkes dedektif, herkes savcı. Herkes otopsi yapmaya devam ediyor.
Narin bahane, herkes içindekini döküyor. İçindeki hastalığı ya da biriktirdiği zehri…
Herkes nefretini, önceki ezberlerine göre bir hedefe yöneltiyor.
Kimi adını ‘aşiret’ koydu, kimi ‘feodal yapı’. Siyasi hesaplaşmalar, ideolojik suçlamalar, kültürel aşağılamalar boy gösterdi. Bir cinayet bütün köylere, bütün köylülere, dindarlara, tarikatlara bölüştürüldü. Her birine büyük paylar düşmesine özen gösterildi. Ne de olsa feci bir ölüm vardı ortada. Bu dar aralıkta haklı görünmek, kendini haklıların tarafında göstermek kolaydı.
Savrulmalar
Artık aramızda olmayan Narin’in yakınlarına saygı hızla erozyona uğrayınca ölüme saygı da azaldı. Fenomen haberciler, dizlerine kadar dereye girerek Narin’in ölü bedeninin tam da bulunduğu yerden dramatik anonslar yaptılar. Narin istediği için alındığı söylenen gelinlik, elden ele dolaştırılıp tabutun üzerine kondu. Cenaze namazı için bir değil, beş imam yan yana dizildi. Mezarın başı, selfie mekânı hâline geldi. Az ötede, plastik çiçekli çelenklerden bir yığın oluştu.
Yalan haberlerle, sahte arşiv görüntüleriyle, kurgulanmış ses kayıtlarıyla köyü sis bastı.
Köyün seçim sonuçlarını eğip bükerek siyasi malzeme çıkarmak sıradanlaştı. Devleti eleştirmek için fırsat kollayanlar öne atıldılar. ‘Aile’ kurumunu yerin dibine sokmak için hazırda bekleyenler kendilerini gösterdiler. Gelenekler, örf, âdet… Birçok kavramın üzerinde tepinildi. Kur’an kursu uzaktan da olsa fotoğraf karesine girmişti, ona da sanık sandalyesinde yer bulundu.
İdam cezası talep edenlerin sesleri çok çıkmaya başladı. Başka önerileri yoktu. İdam yeterliydi. En geniş kuramlara tutunanlar, suçlular halkasını genişlettiler. “Ah, biz böyle miydik” sızlanmaları başladı.
Son durum
Son günlerde başka bir boyuta ulaştık. ‘Senaryo’ kavramı dolaşıma girdi. Birinci senaryoya göre… İkinci senaryoya göre… Narin’e duyulan üzüntüyü ifade ederek başlayan cümlelerin sonu artık Narin cinayeti hiç olmamış gibi bitiriliyor. Detaylar içinde kaybolduk. Acar muhabirlerin yalan, çarpıtma haberleriyle sersemlemiş hâldeyiz. ‘Sok dakika’ haberleri sanki Narin’in mezarına bir kürek toprak daha atıyor. Haber bültenlerindeki her ‘sıcak gelişme’ âdeta bizi bu trajik ölümün duygusundan bir adım daha uzaklaştırıyor.
Şimdi Narin’le ilgili her şeyi biliyoruz da sanki bir tek öldürüldüğünü unutmuş gibiyiz. Artık rastgele başlıyoruz anlatmaya. Bir uzman mesafesinden konuşuyoruz.
Onun adı Narin’di. Ancak ardından yapılan hiçbir yorum, edilen hiçbir söz, takınılan hiçbir tavır, hatta hiçbir ağıt, artık narin değil. Hepsinin sonu ya şova çıkıyor ya da profesyonel bir soğukkanlılığa.
Ne olur sanki!
Bir müddet habersiz kalmaya razı olsak! Bir adım geri atsak! İpin ucunu gevşetsek! Bildiğimiz son sözleri, “yorgunum” olan bir küçük çocuğun ölümünü ilk duyduğumuz andaki temiz duygumuzu korusak!
Narin hafızamızda ve duygumuzda ‘acı kaybımız’ olarak kalsa!