Kayseri’deki ürkütücü tabloyu neresinden tutalım?

Suriyeli bir adam, Suriyeli bir çocuğa tasallut ediyor. Buna tepki gösteren halk, “Kahrolsun Suriyeliler” diye slogan atıyor. Hangi Suriyeli kahrolsun?

Çocuğu taciz eden mi?

Tacize uğrayan çocukcağız mı?

Yoksa olaylardan haberi olmayan milyonlarca diğer sığınmacı, göçmen mi?

Bu hezeyanın çok basit bir mekaniği var.

Toplumdaki en aşağılık suçların, “bizden olmayan” birileri tarafından yapılmış olması içimizi rahatlatıyor. İğrenç cürümler karşısında, böyle bir teselli mekanizmamız var. “Bizim içimizden böyle sapıklar çıkmaz.” deyip rahat bir nefes alıyoruz.

Öte yandan bu kafa, tam da faşizmin arzu ettiği kafadır. Çünkü ırkçılık düz mantık sever, ön yargılara, akıl dışı ezberlere bayılır. Sıradan insanın rahatsız edici gerçeklerden kaçmak için kullandığı masum bir taktik, bir anda ötekine yönelik nefretin yakıtı haline gelebilir.

Kayseri’deki provokasyon, tam da böyle bir şey. Bahanesi, çocuğun istismarı. Şüphesiz en aşağılık suçlardan biri.

Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre sadece 2023 yılında 36 bin 285 zanlı hakkında bu suçtan işlem yapılmış. Karara bağlanan dava sayısı 14 bin 919, bu yargılamalar sonucu hakkında hüküm verilen sanık sayısı ise 16 bin 472.

Düşünün, sadece bir yılda 16 bin kişi çocuk istismarından suçlu bulunmuş. Hiç de küçük bir rakam değil. Bunların tamamının Suriyeli olduğunu düşünmek için ise ya ırkçı ya da dümdüz ahmak olmak lazım.

Biz yine de bu sorunun peşine düşelim…. Ne kadarı yabancı uyruklu olabilir? Bir bakalım. Doğrudan bu davalara dair bir veri yok ama aynı derecede sağlam bir başka gösterge var. 2023 yılında, suçların tamamı sebebi ile hâkim karşısına çıkarılan toplam sanık sayısı 43 bin. Bunların 2 bin 300’ü yabancı uyruklu. Yani toplam sanıkların %5,3’ü.

Türkiye’de yerleşik yabancıların sayısı 1 milyon 800 bin. Sığınmacıların sayısı ise 4 milyon 700 bin. Toplam 6 milyon 500 bin eder. Bu sayı, nüfusun %7,6’sına denk düşüyor. Nüfus içindeki payları %7,6, sanıklar içindeki payları %5,3.  Yani yabancıların suçlara karışma oranı, nüfusa oranlarından daha az. Demek ki iddia edildiği gibi suçların kaynağı bu insanlar değil. Aksine, toplumun geneline göre daha az suça karışıyorlar.

Aslında akla uygun sonuç da bu. Göçmenler, tek hedefleri geldikleri ülkede hayata tutunmak olan insanlar. Değil suça teşebbüs etmek, kafalarını kaldırmaya bile endişe ederek yaşıyorlar. Nereden biliyorum? Çünkü ben de Avrupa’nın ücra bir yerinde göçmendim. Tek derdiniz karnınızı doyurmak, kiranızı ödemek, oturma izni, çalışma izni almak… Şayet suçun sebeplerinden biri de arsızlık ise işte o duygu size çok uzak.

Göçmenlerin daha az suça eğilimli olduğu bir gerçekken dünyanın her yerinde faşistler tam tersi bir algıyı körüklüyor. Çünkü bu algı, orta sınıfa ait bir rahatsızlık hissine denk düşüyor. “Kendine benzemeyenden rahatsız olma” duygusu, şımarıkça ama pek yaygın bir his. Genelde toplumda en farklı ve en zayıf bulduğu hedefe yöneliyor ve kolayca manipüle edilip kitlesel bir nefrete dönüşebiliyor. Bugün, "mülteciler" dediklerine bakmayın yarın , "başörtülüler, şort giyenler"… Bir bakmışsınız sokak hayvanları, azınlıklar, kâğıt toplayanlar, Romanlar, Kürtler, Aleviler… Hatta aklınıza gelmez belki de Yörükler, Türkler! 'Olur mu öyle şey?' demeyin. Nazi Almanya’sına, eski Yugoslavya’ya, Irak’a, Suriye’ye bakın…

Türkiye’deki sığınmacı sayısı yüksek, kabul. Ama sorunun çözümü, onların evlerini, otomobillerini yakmak, masum insanları linç etmek değil. Bu eylem tarzı sorunu çözmez, büyütür. Kendi yaşamımıza, kendi ekonomimize zarar verdiğimizle kalırız. Hepimiz bunu görebilecek asgari idrak seviyesine sahip olduğumuza göre işin içinde başka bir iş var demektir. Nefret ateşini kimler körüklüyor? İyi bakmak lazım. O provokatörlerin kimlikleri bize oyuna dair ipucu verecektir.