Balıkesir’de motokurye Ata Emre Akman cinayeti hepimizi yasa boğdu. Bu cinayet, vicdanlarda derin sızı yaratan cinayetlerin ilki değil, sonuncusu olması en büyük temennimiz ancak İnfaz Kanunu ve cezaların infazı sırasında çıkarılan şartlı salıverme gibi düzenlemelere bakıldığında sonuncusu da olmayacak…

Ata Emre’nin katil zanlısı E.Ö.’nün, altı kez bıçakla yaralamadan sabıkası var. E.Ö.’yü azmettirmekten tutuklanan babası Orhan Özdemir ise “silahla saldırı” suçundan tutuklanmış. Azmettirici baba, cezanın denetimli serbestlik süresinde kalması nedeniyle tahliye olmuş.

Cezasızlık cesaretlendiriyor mu?

Daha önce Ordu’da Ceren Özdemir’i kapısının önünde katleden katil ile Ata Emre cinayetinde tutuklanan baba ve oğulun ortak özelliği, defalarca cezaevine girip çıkmış olmalarıydı. Ceren’in katili daha önce 2005 yılında bir çocuğu öldürüp kaçmış, yakalanıp yargılanmış, adam öldürmekten 30 yıl ceza alması gerekirken 20 yıl, 20 yılın da infazı 12 yıl, bu 12 yıl da tekrar çıkan “şartlı salıverme yasası nedeniyle” 10 yıl ve neticede tahliye olmuş. Tahliyeden sonra 2018 yılında hırsızlık yaparken yeniden yakalanmış. Ceren Özdemir'i öldürdüğünde 20’den fazla suçtan kaydı vardı ancak hepsinden tahliye olmuştu.

Hukuk güvenirliği nerede?

Bunun gibi yüzlerce örnek verebiliriz. Peki, tüm bu vicdanları sızlatan cinayetlerin failleri nasıl oluyor da geçmiş kabarık suç dosyalarına rağmen aramızda olabiliyorlar? Bir ülkede hukuk güvenirliğinin olması demek; “vatandaşın, hukukun kural, kaide ve kanunlarının belirli olması, sonuçlarının öngörülebilir ve değişmez şekilde uygulanmasından emin olması” demektir. Anayasamızın ikinci maddesinde yer alan “hukuk devleti” kavramının temeli "güvenirlik” ve “belirlilik” ilkelerine dayanır. O hâlde “infaz” denilen sistemde temel meseleyi hâlâ bir yola koyamadığımızı söyleyebiliriz.

Islahevi mantığı nedir?

Cezaların infazı aynı zamanda cezaevlerinin doğuşu ile aynı dönemde ortaya çıkmıştır. 16. yüzyılda Amsterdam’da ilk cezaevleri kurulmuş ve bundan sonra suçluların topluma yeniden kazandırılması gündeme gelmiştir. 1588’de Amsterdam’da 16 yaşındaki bir genç kız ölüme mahkûm edilecek iken cezaevinde ıslah olması, sosyalleşmesi ve eğitilmesine karar verilir. Nitekim bu genç kız gibi suça bir şekilde bulaşmış kim varsa bu ıslah kurumunun öngördüğü eğitimlerden geçer ve topluma bu şekilde salınır.

Amsterdam Spinnhaus cezaevinin duvarında “Korkma! Kötülüğe karşılık vermeyeceğim; aksine iyiye zorlayacağım. Ellerim serttir, hissiyatım sevgi doludur.” yazar.

Neye göre ıslah?

Bizim sistemimizde infazın çerçevesi, Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük’te düzenlenmiştir. Buna göre, “İyileştirme ve eğitim çalışmaları, hükümlüde yasalara saygılı olarak yaşama düşünce ve duygusunun yerleşmesi, ailesine ve topluma karşı kişisel ve toplumsal sorumluluk duygusunun gelişmesi, normal yaşama uyması, geçimini sağlayabilmesi için uygulanan rejim, önlem ve yöntemlerin tümünü içerir.” denmektedir.

Bizim cezalarımızda problem yok… Sürekli arada sizin bilmediğiniz ve kimsenin fark etmediği aflarla ıslah olması konusunda artık en ufak bir umut taşımayan kişilerin, çocuklarımızın oyun oynadığı parklarda, gençlerimizin eve dönerken evin kapısında öldürülmelerini bu çerçevede inceleyelim…

“Islah oldun mu?”

Hepimizin defalarca izlediği Esaretin Bedeli filminde Morgan Freeman bir kurul önüne defalarca çıkar, kurul başkanı ona “Islah oldun mu?” diye sorar. Filmi izleyenler bilir, 30 yıl boyunca her kurula çıktığında “şartlı tahliye” talebi reddedilir. Çünkü suçluyu toptancı bir yaklaşımla, genel infaz düzenlemeleriyle salıvermek asla ıslah değildir. Suçla mücadele etmek sadece yargılamak, cezayı vermek ile biten bir süreçten çok daha meşakkatli bir süreçtir. İnfazı ıslahla mezcetmeden olmaz...