Yaratılış kanunu gereği, her canlı gibi insan da bir gelişime tabidir. İnsan doğar, büyür, yaşlanır ve ölür. Hayatın son demleri ihtiyarlıktır. Bir ömrün yükü vardır ihtiyarlıkta. Titrek eller baston tutmaya başlamıştır. Hep bizim için çalışmış büyüğümüz, artık bizden ilgi, sevgi ve saygı beklemektedir. Peki, bizler, yaşlılarımıza vefa gösterebiliyor muyuz? Yaşlılarımızın dede ve nine olarak toplumda büyük bir saygı gördüğü, nasihatinin dinlendiği yıllar geride kalmaya başladı. Kadınlarımızın çalışma hayatına girmesi, çocuklarımızın istikbâl kaygısı, malmülk mücadelesi derken, büyüklerimizi ihmal eder olduk. Ve onlar artık “Galiba çocuklarıma yük oluyorum” hissine kapıldılar. Bu durum şöyle tasvir edilmektedir: “Ahmet dede iyice yaşlanmıştı. Gözleri görmüyor, kulakları işitmiyordu. Yemekleri üstüne başına döküyor, sofrayı kirletiyordu. Oğlu olsun, gelini olsun Ahmet dededen bıkmışlardı. ‘Ah! Şu adam bir ölse de kurtulsak!’ diyorlardı. Bir akşam yemek yiyeceklerdi. Sofraya yeni oturmuşlardı. Ahmet dede, yemek tabağını önüne çekmek istedi. Tabak, içindeki yemekle birlikte yere düştü, kırıldı. Gelini çok öfkelendi, ‘Bıktım, usandım artık senden! Allah canını alsa da kurtulsak!’ dedi.

Ahmet dede içini çekti. Hiçbir şey söylemedi. Karnı açtı ama yiyecek hali kalmamıştı. Yatmaya gitti. Bütün gece ağladı. ‘Güzel Allah’ım canımı al kurtulayım! Böyle yaşamaktan bıktım artık. Oğluma ve gelinime yük olmak istemiyorum.’ diye ağladı, yalvarıp yakardı.” Bu satırları okurken, duygulanmamak vefasızlığımıza üzülmemek mümkün değildir. Hâlbuki vefa, geleneğimizin en önemli motiflerindendir. Vefa, vicdanımızın sesidir. Evet, bizim medeniyetimiz, vicdan medeniyetidir. Vefalı olmak, vicdanlı olmaktır. Vicdanımız, hakikati gören gözümüzdür. Bu hakikati Yüce Allah şöyle açıklamıştır: “Kime uzun ömür verirsek biz onun gelişmesini tersine çevirir (gücünü azaltır, beli bükük hale getiririz). Hiç düşünmezler mi?” (Yasin, 36/68) Bir başka âyet de şöyledir: “Sizi zayıf yaratan, sonra size güç veren ve ondan sonra yaşlılıkla sizi tekrar zayıf kılan, saçlarınıza aklar düşüren O’dur. O, dilediğini yaratır. Allah, her şeyi bilen ve sınırsız güç sahibi olandır.” (Rûm, 30/54) Yaşlılık, nasıl bu dünyanın gerçeklerinden birisiyse, yaşlılara vefa ve merhamet de dinimizin emirlerinden birisidir. Yaşlıya ilgi göstermemek onun hayatla olan bağlantısını kesmek demektir.

Kendisine değer verildiğini, önemsendiğini hissettirmek, yaşlıyı hayata bağlar, gönlünü mutlu eder. Huzur evine bırakılıp ziyaret edilmeyen, aranıp sorulmayan, ilgi gösterilmeyen yaşlıların üzüntülerini ve gözyaşlarını, çoğumuz televizyon programlarında izlemişizdir. Dünyayı seven, yaşlıyı memnun eder. Bu sayede Allahın rızasını kazanır. Âhireti seven yaşlıya hizmet eder ve cennet nimetlerini kazanır. Yaşlı insana, senin yaşın geçmiş, işin bitmiş demek onu üzer, gönlünü kırar, ruhunda onarılmaz yaralar açar. Allah sana sağlık versin, uzun ömür versin demek yaşlıya saygı alametidir. Yaşlıya saygı, çocukların, gençlerin, toplumun ve toplumu yönetenlerin görevidir. Yaşlılar yalnızlığa, ilgisizliğe ve yokluğa terk edilmemelidir. Yaşlılar çile çekmemeli, köşe başlarında dilenmeye mahkûm edilmemeli, evlerde veya huzurevlerinde yalnızlığa terk edilmemeli, aç susuz bırakılmamalı, hastane köşelerinde bekletilmemeli, horlanmamalı ve aşağılanmamalıdır. Bayramdan bayrama ziyaret edilen, yılda bir defa hatırlanan konumuna düşürülmemeli, insan sesine ve sıcaklığına hasret bırakılmamalıdır. Bilelim ki yaşlıları üzen, küstüren, ağlatan ve yalnızlığa terk eden fert ve toplumlar iflah olmazlar. Dolayısıyla yaşlılara gereken değeri verelim, onlara çok iyi davranalım ki yaşlılar gözü yaşlı olmasın!