HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, Rudaw televizyon kanalında katıldığı programda, Anayasa’mızın ilk üç maddesinin tartışılabilmesi için bu maddelerin değişmezliğini öngören dördüncü maddenin gelecek nesillerin iradesine ipotek koyduğunu söyledi.

Anayasa’mızın ilk üç maddesi Türkiye Devleti’nin yönetim şeklini, cumhuriyetin niteliklerini ve resmî dilini, bayrağını, millî marşını ve başkentini ifade eder. Birinci madde, Türkiye Devleti’nin ‘cumhuriyet’ oluşuna; üçüncü madde, dilinin Türkçe, bayrağının beyaz ay yıldızlı al bayrak, millî marşının İstiklal Marşı, başkentinin Ankara oluşuna; ikinci madde, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Atatürk milliyetçiliğine ve demokratik, laik, sosyal hukuk devletine bağlılığına vurgu yapar. Yapıcıoğlu'nun bu açıklamasına hem iktidar kanadından hem de muhalefet kanadından farklı itirazlar geldi. Cumhurbaşkanı Hukuk Başdanışmanı Mehmet Uçum, dördüncü maddenin değişmezlik ilkesinin kurucu neslin gelecek kuşaklara nasihat olduğunu, söylendiğinin aksine ipotek koymak olmadığını, ülkesel birikimin korunmasına yönelik perspektif sunduğunu belirtti. Sayın Mehmet Uçum'un bu ifadesine daha sonra dördüncü maddenin tartışmaya açılmasını isteyen Yapıcıoğlu’na destek mahiyetinde iktidar kanadından da liberal ve bir kısım Kürt siyasiler itiraz etti. Georg Wilhem Frederic Hegel, "Anayasalar kendi zamanlarının çocuklarıdır. Hiçbir neslin gelecek nesilleri bağlama hakkı yoktur." sözüne atfen ve Hegel gibi anayasaların değişmezlik ilkesi barındırmaması gerektiğini geçmişte ifade etmiş anayasa hukukçularına ve siyasi aktörlere yönelik kurgular yapılarak tartışmalar devam etti. Yüz yıldan fazla anayasal devlet geleneğimizin içinde değişmezlik ilkesinin nasıl yer aldığına bakacak olursak; 1924 Anayasası Madde 102'de "İşbu kanunun şekli, devletin cumhuriyet olduğuna dair birinci maddesinin tadil ve tağyiri hiçbir suretle teklif dahi edilemez." denilmiş; 1961 Anayasası’nda birinci madde olan "Türkiye devleti bir cumhuriyettir." ilkesi sadece değişmez kılınmış; 1961 Anayasası’nın dokuzuncu maddesinde “Devlet şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif dahi edilemez.” denilmiştir. 1982 Anayasası ise yukarıda yazdığımız gibi devletin şeklini değişmez kılmayı korumuş, yanına daha önce hiçbir anayasada yer almayan ikinci madde ve üçüncü maddeyi de ekleyerek değişmezlik kuralını genişletmiştir.

Anayasaların meşruiyeti her şeyden önce kuruluşundaki asli iktidarın kim olduğuna bağlıdır. Asli kurucu iktidar bugüne kadar 1924 Anayasası haricinde bakıldığında, 60 ve 80 darbelerinin sonrasında komuta kademesi tarafından oluşturulan komisyonların iradesinin ürünüdür. Yeniden bir sivil anayasanın hukuk içinde bir iktidar olması bile bizim için önemli ve anlamlı olacaktır. Gelecek nesillere bırakılacak en güzel miras; hukuk dışı yollarla ve darbeci generallerin iradesini yansıtan anayasa yerine, sivil iradeyle ve hukuk içinde kalınarak yapılmış bir anayasa olacaktır. Darbe yapan komuta kademesinin tüm paşaları hakkında, darbeden dolayı dava açıldığını unutmamak lazım. Yaptıkları darbenin vatana ihanet oluşu ve bu nedenle haklarında açılan davaların varlığından, yaptıkları hiçbir şeyi -Anayasa dâhil olmak üzere- millete hayrı olsun diye yapmadıkları ortak kabulümüzdür. Böyle bir anayasayı yaparken kendi varlıklarını ve kendi tahayyüllerindeki devleti korumaya çalıştıkları açıktır. İkinci maddede ifade edilen Atatürk milliyetçiliğinin bugün nitelikli bir tanımını yapmak ne kadar mümkünse laiklik tanımını da yapmak o kadar mümkündür. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi içinde Atatürk milliyetçiliğinin tanımını tek bir tarifle ortaya koyacak hem ulusalcı kanadın hem Kemalist kanadın hem de liberal sol kanadın aynı tanımda buluştuğunu söylemek mümkün değil. Elbette bu konuda ortak bir laiklik veya Atatürk milliyetçiliği kavramı oluşturmanın yolu, Anayasa’nın bu maddelerini çıkartmakla değil, bu tanımların işaret ettiği temel hak ve özgürlükleri olabildiğince özgür kılmakla mümkündür. Daha özgürlükçü bir anayasa; yüzlerce, binlerce kelime ve cümleden oluşan uzun metinler olmasından ziyade anayasa ruhunun bireyin özgürlüklerinin teminatını yansıtıyor olmasına ve o ruhu taşımasına bağlıdır. Her gelen iktidarın kendi ideolojisi ve kendi dünya görüşüne göre yapacağı pratiklere bağlı olmamalıdır. 25 yıl önce Anayasa’da bugünkü gibi varlığını koruyan laiklik tanımı üzerinden inanç temelinde insanlara zulüm yapıldı. Yine 80 Darbesi’nden sonra Diyarbakır Cezaevi’nde işkenceci gardiyanlar Andımız’ı okuyarak insanlara işkence yapıyorlardı. Bunları hafızalarımızda yaşatmak veya gömmek yerine bugünü konuşmak ve yarına ortak bir geleceğe sağlam ilerlemenin yolunu bulmak lazım. Ancak şu da bir gerçek ki; bugünün şartlarında siyasi kutuplaşmanın ve toplumsal polarizasyonun en üst seviyeye çıktığı bir dönemde birlikte yaşama arzusunu sağlamadan, hadi yeni bir anayasa yapalım, demenin hiçbir faydası da yok. Tam tersine, böyle bir ortamda dört dörtlük bir anayasayı, iktidar yapıp muhalefetin önüne getirse, muhalefet partileri tamam dese dahi muhalif seçmenin kendi partilerine itirazları, iktidara olan itirazlarından çok daha fazla olur kanaatindeyim. Çünkü bugünün şartlarında bir anayasa değişikliği sadece bir toplumsal tepkinin referandumu olarak sonuçlanır. Geçim sıkıntısının, enflasyonist ortamın, halkın birinci gündemine oturduğu bir yerde anayasa, iktidarı onaylamak veya muhalefeti onaylamamak anlamına gelecektir. Anayasalar yapım yöntemleri itibarıyla bazı toplumlarda -özellikle bölünmüş toplumlarda- çatışmaları ortadan kaldıran ve toplumu yeniden aynı hedefe iten güç olabilirler. Ancak bunun için o çatışmanın kaynağında bireysel geçim sıkıntıları değil, gelecek kaygısının sadece barışın olmadığı bir toplumun varlığına indirgenmiş olması lazım. Sınıfsal çatışmaların sona erdiricisi olabilen ortak anayasa yapım süreçleri ekonomik kaygıların her gün ülke gündeminde olduğu ve adalete, hukuka ve yargıya olan inancın eksildiği dönemler ise yeni bir anayasanın çözüm değil tam tersine sorun olacağı konusundaki endişeleri de artırır. Kısacası bugün anayasayı tartışacağımız zamanda ve mekânda değiliz.