Bu da eskilerden. Yaşlandıkça eskilerin eskimezliğini daha çok anlıyoruz galiba. Otobüs, tren ve tramvaya bedava binen 65 yaş üstü bir huysuz ihtiyar olarak bendenizin arkeolojik değeri olan bu kadim yazıt edebiyatına da katlanacaksınız artık!

Rivayet olunur ki: Şehitlerin serçeşmesi Hasan ile Hüseyin efendilerimizin babası Haydar-ı Kerrâr İmam Ali Efendimiz, suikast sonrası ağır yaralı hâlde iken kendisinden sonra kimlerin halife olarak seçilebileceğini düşünen Hazret-i Ömer’e

“Senden sonrakilerin işini çok zorlaştırdın ya Ömer!” der.

Nebi Aleyhisselam’ın “Benden sonra ‘nebi’ gelmeyecek ama gelecek olsaydı Ömer olurdu.” buyurduğuna dair rivayetler de var, ne kadar sağlamdır bilemem ama onun çıtasının yüksekliğine işaret etmesi açısından anlamlıdır.

Adalet kavramına riayet konusundaki hassasiyetini tartışmaya bile lüzum yok. Bilhassa kamu yönetimi meselesinde neyi nasıl yaptığı, nerede nasıl davrandığına dair çok yönlü ilmî araştırmalar yapılsa, bugün yönetenlerimizin konuşurken dalıverdikleri tehlikeli iddia lisanından uzak durmaları bir ölçüde sağlanmış olurdu belki.

Mesela; kendisi, akrabaya düşkünlüğü ile maruf Halife Hazret-i Osman gibi davranırken başkasından Ömer olmasını istemez, “Yeni Ömerler bekliyoruz.” demezdi yöneticilerimiz. Diyemezdi.

Çünkü çıta çok yüksek canım abim! Sergei Bupka olsan, dünyanın en elyaf sırığını da verseler eline o çıtayı aşmak, halı sahada top çevirip Dünya Kupası’nı almak iddiası gibi bir şey. Başka bir ifadeyle; elde kilim tezgâhı varken o tezgâhta nasıl halı dokuyacaksın? Evvela o tezgâhı değiştirmek lazım. Tezgâhta yaptığın eciş bücüş tamirat, tadilat, inşaat işleriyle güç bela halı görünümü verdiğin kıymetsiz kilimi nasıl satacaksın?

İmam Ali, “Senden sonrakilerin işini çok zorlaştırdın.” derken gerçekten ‘elle tutulur gözle görülür bir iş’ten bahsediyordu. Çünkü Hazret-i Nebi Yüce Dost’a yürüdükten sonra O’nun nübüvvetine değil riyasetine halife seçilmişti. Seçilen kişi dinî değil, siyasi lider olacaktı. Hazret-i Ebubekir seçilmişti, Hazret-i Ali de seçilse sadece Emîrü’l-Mü’minîn olacaktı, halkın dünyalık umûru ile uğraşacak bir emîr, o kadar, daha ötesi değil.

Bir emîrden hikmet beklenmez, sadece adalet beklenir. Bir yöneticinin hikmeti, icraatındaki adaleti nispetince kendisini gösterir. Bu yüzden bütün büyük yöneticiler iş başında iken mutlaka bir hikmet ehli ile birlikte olmuş, onlara danışarak icraat yapmış, söz dinlediği nispette de başarılı olmuşlardır.

İlk Halife Hazret-i Ebubekir ile Hazret-i Ömer’in yaptığı da bu idi, hemen her meselede önce Hazret-i Ali’ye danışıyorlardı. Nebi Aleyhisselam’ın akrabası, en yakını olduğu için değil, kendilerinin erişemediklerini düşündükleri irfânî yüceliğinden dolayı. Danıştılar, konuştular ve söz dinlediler, Bizans emperyalizmine diz çöktürüp İran hükümranlığına son verdiler.

Sonra bir nepotizm yani akraba vesayetçiliği dönemi başladı ve her şey altüst oldu. Kaos, bunalım, terör; akla gelebilecek her bela geldi. Ve nihayet bir tezgâh kuruldu, tıpkı bugünkü gibi, ipliğe benzetilmiş çaputtan, halı görünümlü kilim üreten bir Emevî tezgâh kuruldu; hanedanlıklar, imparatorluklar dönemi sürüldü. Bugün emperyalist dünyanın sürdürmeye çalıştığı şey de budur; irfansız ve iz‘ansız kukla yöneticiler elinde kaos, bunalım ve terör elinde oyuncak edilmiş sömürge toplulukları oluşturmak.

Hakikatte İslamofobi denilen şey, ‘irfanofobiden’, irfan nefretinden başka bir şey değildir.

Yani demem o ki cancağızım; Ali’n varsa Ömer olmak kolay! Biz Ali’ye bakalım, rehberse rehber, liderse lider, önderse önder; “kâinatın biricik delikanlısı” İmam Ali’dir, başkaca kırmızı çizgi gerekmez, vesselam!