Siyasi hareketlerin ilerlemesini açıklamak için başvurulan temel yaklaşımlardan biri “iki çizgi mücadelesi”dir. Kavram, modern Marksist teoriden ödünç alınmış olmakla beraber, siyasal hareketlerin analizinde hâlâ işlevseldir.

Özünde basit bir diyalektiğe, ilerlemenin ancak birbirine zıt iki çizginin mücadelesi ile mümkün olduğu fikrine dayanır. Yani bir sonraki safhaya geçiş için önce mevcut safhadaki farklılar keskinleşmeli, iki başat fikir çizgisi ortaya çıkmalı, sonra da bu çizgilerden biri diğerini mağlup etmelidir.

Bugün, Devlet Bahçeli’nin yaptığı çağrının ardından PKK ile ilişkisini gizlemeyen  DEM Parti’de farklı hatların belirginleşmesine şahit oluyoruz. Ancak bunlar henüz tam olarak iki çizgi çatışmasına dönüşmüş değil. Çünkü köklerini terör örgütünün çeşitli dönemlerinden alan çizgilerin sayısı iki değil üç.

Yüz yıllık teori, gerçek yaşamda bir kez daha çalışacak olursa eğer bu çizgilerin sayısı ikiye inecek. Ya ikisi birleşerek ya biri tasfiye olarak ya da bambaşka iki hattın ortaya çıkması ile…

Açalım…

Pervin Buldan ve Sırrı Süreya Önder’den oluşan DEM heyeti, İmralı’ya gittiğinde onlara “Yanınıza Ahmet Türk’ü de alın ve siyasi parti liderlerini ziyaret edip görüşlerimizi anlatın.” denilmiş. İlk ziyareti Devlet Bahçeli’ye yaptılar ve orada DEM’i temsilen bu üç ismi beraber gördük. Bu üç isim bir bakıma üç çizgiyi temsil etmektedir.

Bu çizgilerden biri, PKK’nın kuruluş yıllarından itibaren içinde bulunan, PKK’nın varlığını zorunlu gören ve bugün silah bırakma konusunda belki de en gönülsüz denilebilecek kesimdir.

Diğeri, Kürt feodalitesidir. PKK’nın ilk döneminde bu kesimdeki etkisi son derece sınırlıydı. Ancak Öcalan’ın çeşitli taktikleri ve güç ilişkileri bu kesimden de bazı önemli isimlerin örgüt ile yakınlaşmasını sağladı.

Üçüncü çizgi ise 1980’li yıllardan itibaren en az üç kez yapılan “açılımlar” yolu ile kapsanabilen sosyalist Türk soludur. Doğrusu PKK, Türkiye’deki sosyalist solun çok küçük bir bölümünü etkisi altına almıştır. Ama sivil ayağın -yani örgüte müzahir partilerin- aktardığı güç sayesinde bu kesim, Türk siyasi ikliminde varlığını bugüne dek sürdürmüştür.

Saydığımız üç çizgi, PKK’nın sivil uzantısı olan siyasi partinin üç sütunu gibidir. Bunların örgüte yakın sivil toplum kuruluşlarında da benzer yansımaları bulunur.

Örgütün silah bırakması ve toptan tasfiyesi söz konusu olduğunda bu çizgilerin gelişimi de yukarıda değindiğim senaryolardan birine göre olacak. Ancak hangi senaryo söz konusu olursa olsun, nihai çatışma örgütün tasfiyesine evet diyenler ile hayır diyenler arasında gerçekleşecek.

Şimdi, kendisini tüm diğer partilerden daha “demokratik” gören DEM Parti, asıl çatışma gün yüzüne çıkınca kendi gerçekliği ile tanışıyor. Vesayetin olduğu yerde demokrasiden söz edilemez ve DEM Parti (ya da öncülleri) terör örgütünün vesayeti altındadır.

Kimler bu silahlı vesayetin kalkmasından yana tavır alacak, kimler buna ayak direyecek; önümüzdeki süreçte bunları göreceğiz. Ancak Devlet Bahçeli’nin Ahmet Türk ismi üzerinde özellikle durması ve Öcalan’ın da onu işaret etmesi bu dengelere dair önemli bir işaret veriyor. Türk solcuları ise DEM’de asla büyük bir gövde oluşturamazlar. Bu ana sorun etrafında öncelikle kitlesel zemini olan iki akımın çatışacağını tahmin edebiliriz. Solcuların nasıl bir tavır alacağı ise başka bir yazının konusu.