Yurt dışında yaşayan bir vatandaş, her yıl ailesi ile beraber geldiği lokantada son üç yılda ödediği hesapların dolar olarak karşılığını paylaşmış. Lokanta aynı, insan sayısı aynı, yenilip içilenler aynı…Hesaplar ise hiç öyle değil.

Hanımefendi, aynı masaya 2022’de 40 dolar öderken 2023’te 80 dolar, 2024’te 176 dolar ödemiş! Yani ülkemizde yeme içmenin fiyatı son iki yılda dolar bazında bile yüzde 440 artmış. Türk lirası cinsinden artış ise yüzde 550.

Bu, enflasyonla falan açıklanabilecek bir şey değil. Ekonomistler sürekli, "Talebi kısmalıyız." diyor. Eyvallah ama talep kısılacağı kadar kısıldı, nedense işletmecilerin fiyatları uçmaya devam ediyor.

Sözünü ettiğim hesabın görüntüsünde en çok dikkatimi çeken barbun balığının fiyatı. Hani hep diyorlar ya “Türkiye’de alkol pahalı.” diye. Balık, rakıyı falan çoktan sollayıp geçmiş. Hadi alkol sağlığa zararlı maddedir, bir nevi lüks tüketim olarak da görülebilir, fiyatının gıda ürünlerinden bir nebze pahalı olması normaldir. Balık da mı sağlığa zararlı kardeşim?

Bu “orta hâlli” lokanta, 390 gram barbun balığını bin 365 liraya satmış, kilosu 3 bin 500 liraya geliyor. Üç tarafımız deniz. Ege, envaiçeşit balık kaynıyor ama sıradan balığın fiyatı marketlerde bile beş-altı yüz liradan aşağı değil. Barbunun kilosunu, 7 bin liraya satan lokantalar var. Neredeyse kraliyet ailesinin yediği Beluga havyarı ile aynı para… Meğer ne zengin milletmişiz arkadaş!

Tabii kinaye olsun diye söylüyorum, vatandaşın hâli ortada. Ama bu fiyatların alıcı bulmasına bakınca da insanın kafası karışıyor. Ege’de beş yıldızlı bir otelde gecelik konaklama fiyatı 10 bin liradan başlıyor, 100 bine kadar çıkıyor. Yunanistan’a baktım, Adalar’a falan da değil, Adriyatik tarafına. Daha çok zengin İtalyanların, İngilizlerin rağbet ettiği yerlere. Fiyatlar bizdekilerin yarısı! Ama bizim oteller yine dolu. Kim bu insanlar, bu kadar parayı nasıl böyle rahat harcayabiliyorlar, Türkiye toplumunda gelir eşitsizliği gerçekten bu kadar büyüdü mü? Şayet öyle ise Maliye Bakanı'nın vadettiği “zenginleri vergilendirme” işinin bir an önce devreye alınması lazım.

Sektörün içler acısı hâlini gösteren bir video da Karadeniz’den geldi. Daha ziyade Arap turistlere hizmet veren bir lokanta… Menüde Karadeniz’e özgü tek bir yemek yok. Adamın Kuveyt’te, Suud’da yediği yemeklerin aynısından bir menü yapılmış. Bu, turizm açısından tam bir zavallılık göstergesi. “Bende sana sunacak özgün bir şey yok, seni taklit etmeye çalıştım.” demekten başka bir şey değil. Lokantanın fiyatları da maşallah el yakıyor. Ama asıl bomba tuvaletlerde. Kişi başı 2 bin lira hesap ödediğiniz lokantanın lavabo tuvaleti baraka gibi yapılmış ve af buyurun köpek bağlasan durmaz hâlde.

Şimdi diyeceksiniz ki “Yahu Gaffar Bey, adamlara sırf Arap oldukları için saldıran ırkçılar var, sen tuvaleti, menüyü söylüyorsun”. Vallahi haklısınız. Turizmde, kendi insanımıza yapığımız hoyratlığın bir benzerini Araplara yapıyoruz. Zannediyoruz ki bu insanlar bize mecburlar, hep Türkiye’ye gelmek zorundalar. Yarın Yunanistan bir İslami turizm kodu açıklar, belirli yöreleri Müslüman turistler için konforlu bölge ilan eder, bir anda Arapları da kaybederiz. Şimdi Arap turiste saldıran, onu kazıklayan, doğru düzgün hizmet üretmeyen tipler de “Hain Araplar bizi sattı.” edebiyatı ile karın doyurur! Tıpkı bugün tatil için Yunanistan’a giden Türkleri, vatan haini ilan etmeye kalktıkları gibi.

İşte görüyorsunuz, bu fiyatlar, bu piyasa yamyamlığı, bu hizmet kalitesizliği ortada iken hâlâ kalkıp birileri “Orta sınıf, tatile Yunanistan’a gidiyor, sosyal medya paylaşımları ile Türk turizmine operasyon çekiliyor.” diyebiliyor. Vallahi operasyonun kralını, Türk işletmecisi kendi kendine çekiyor.