Sinan Ateş cinayeti yakın tarihin en önemli olaylarından biri. Tamamen aydınlatılması gerekiyor çünkü işin içinden çok pis kokular geliyor.

Cinayetin hemen ardından soruşturma evrakı, tutuklama ifadeleri ve merhumun otopsi raporu gizli bir el tarafından dışarıya sızdırıldı. Dışarıya derken FETÖ’cü Cevheri Güven ve Alman devletinin elemanı Erk Acarer’i kastediyorum. Bu sızdırma işi bugüne dek devam etti. En son sanıklardan birinin ifadesine ait video görüntü kırpılıp kurgulanarak Cumhuriyet’ten iki “acar gazeteci” tarafından servis edildi.

Bazı gazeteciler, akşam programlarında saatlerce dava dosyasının ayrıntılarını tartıştılar, hâlâ da büyük gazeteci pozlarında konuyu istedikleri gibi eğip bükmeye devam ediyorlar.

CHP’li siyasetçiler demeçlerinin satır aralarına alakalı-alakasız bu cinayete dair cümleler sıkıştırıyorlar. Yetmiyor, Ateş’in eşini siyasi figür hâline getirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.

Savcılık, 7 bin küsur sayfa iddianame hazırlamış; 20’den fazla tutuklu sanık var. Olayın tüm detayları ve arka planı tutanaklara geçmiş. Acılı Hanımefendi’ye koruma polisleri tahsis edilmiş, kendisini bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan kabul edip dinlemiş, üstelik yanında Adalet Bakanı olduğu hâlde….

Bir devlet, bir hukuk sistemi bir cinayet davasına bundan daha fazla nasıl ihtimam gösterebilir? Öyle ise bu insanlar neden her gün yaygara koparmaya devam ediyorlar? Bildikleri bir şey varsa mahkemeye sunmak yerine, neden sosyal medyada, TV’lerde muğlak ifadelerle insanları ve kurumları zan altında bırakıyorlar?

KURGULARA MI, GERÇEĞE Mİ İNANACAĞIZ?

En başından beri hedeflerinin Ülkü Ocakları, MHP ve onun üzerinden Cumhur İttifakı olduğu anlaşılıyor. Kaçak FETÖ’cüler, azılı ülkücü düşmanı kırma solcular, PKK’nın “kent uzlaşısı” projesinin paydaşları, DHKP-C’den emekliler… Ağız birliği edip “MHP suçludur” demeye getiriyorlar. Sebep? Çünkü Sinan Ateş öldürüldüğünde MHP taziye mesajı yayınlamamış!

Böylesi bir akıl yürütme ile katil bulunabiliyorsa memlekette milyonlarca cinayet sanığı üretirsiniz. Üstelik MHP’nin Sinan Ateş’e dair tavrı yıllardır çok açık. Ateş, 1997’den beri en kısa süre görevde kalan Ülkü Ocakları başkanı. Başkanlığa getirildikten 15 ay sonra apar topar görevden alınıyor ve ülkücülerden uzaklaştırılıyor. MHP, sadece Ateş’i değil; Ateş’e yakın herkesi gönderiyor. MHP’li bir kaynağımın tabiri ile “Sinan’dan sonra Ocak âdeta çamaşır suyu ile yıkanıyor.”

Kesin sebebini bilmiyoruz ama MHP liderliğine istihbarat tarafından bir dosya sunulduğunu ve parti yönetiminin Sinan Ateş’in bazı gölgeli ilişkilerinden çok rahatsız olduğunu biliyoruz. Dava dosyasında o ilişkilere dair çok fazla ipucu bulunuyor. Hatta cinayetin bu ilişki ağı içinde kurgulanmış olma ihtimali de mevcut.

Ancak her durumda karar mahkemede verilecek. Kararı verecek olanlar da mahkemenin yargıçları, bizler değiliz. Bunun için birilerinin her akşam mahkemecilik oynayan meslektaşlarımıza yargıç olmadıklarını, sadece gazeteci olduklarını anımsatması lazım. Aynı durum, siyasetçiler ve merhumun aile üyeleri için de geçerli. Olaya dair bir fikrimizin olması başka, insanları peşinen suçlu ilan etmek başka.

Sizin kafanızdaki bir senaryoya iman etmeniz, olayın çözüldüğü anlamına gelmiyor. Hrant Dink cinayeti için de böylesi senaryolar üretilmişti. Sonra olayın her aşamasının FETÖ tarafından ince ince kurgulandığı ortaya çıkmadı mı?

ZEYNEP, KARPUZ VE BİZ

Türk tenisçi Zeynep Sönmez, Berlin Açık Kadınlar Tenis Turnuvası’nda ikinci tura yükseldi. Sönmez, maçlara göğsündeki karpuz rozeti ile çıkarak Filistin’e destek verdi.

Bir Türk sporcusu göğsünde Filistin sembolü ile maça çıkıyor hem de siyonizmin bugünkü kalesi Berlin’de… İnsaniyet anlamında soylu, cesaret anlamında hayranlık uyandıracak bir duruş. Bravo Zeynep Sönmez’e.

Peki, biz ne yapıyoruz? Onca televizyon kanalımız var; neden bir tanesi Sönmez’in maçlarını canlı yayınlamıyor? Sportif başarı sadece madalya kazanmak mıdır? Spor sahalarında, kortlarda insanlık adına tavır sergilemek de bir başarı ölçütü değil midir? Siyonizmin kalbine insanlık bayrağı diken bu genç kadına neden daha fazla sahip çıkmıyoruz?