“Belanın büyüğü nereden geldiğini bilmemektir!”

Bir musibete uğrayana böyle derdi eskiler. Başına bela gelene, olanı biteni bir kenara bırakıp önce kendisini hesaba çekmesi öğütlenirdi. Tesadüf kelimesinin varlığının bile tesadüf olmadığına inanan ve ince bir hikmete dayalı uygunluk anlamındaki tevafuk kavramında ittifak etmiş eskiler, “Olanda hayır vardır.” da derlerdi. Her olanın yeni bir nefs muhasebesi, yeni bir farkındalığa açılan fırsat kapısı olduğunu mu düşünürlerdi? Bilmiyorum.

FETÖ’nün halkın feraset ve dirayetiyle bastırılan kanlı 15 Temmuz Kalkışması olduğunda “Ne diyorsun?” diye soranlara, hep bu eskiler sözünü hatırlattım;

“Belanın büyüğü nereden geldiğini bilmemekmiş biz ne halt ettik ki bu iş geldi başımıza?”

Bela ummadık yerden geldi, hemen yanımızdan, omuzdaşımızdan hatta gönüldaşımızdan geldi. Yanımızda zannediyorduk, değillermiş, yanaşmışlar sadece, yandaş bile değillermiş. Omuzdaşımız zannediyorduk, meğer tuttuğumuz safta hiç de saf durmuyorlarmış, hakkımızda sahte ihbar mektupları, mahrem dinlemeler, gizli takipler, kurgu kayıtlar, montaj sekanslar planlıyorlarmış. Gönüldaşımız zannediyorduk, bırakın gönlü bir kalpleri bile yokmuş meğer. Drakula bile değillermiş, ‘mankurt’muş hepsi, ‘yürüyen ölüler miş.

Dilini ‘serial’e bağlamış Türkler olarak Walking Dead mi diyorsunuz siz onlara?

Onlar öylelermiş, her zeminde her zaman sadece kendilerini yeterli gören, böylece yeryüzünden de gökyüzünden de bağımsız olduklarına inanan, bu ikisi arasındaki uyumun sırrı olan ‘Rıza’ya düşman, ‘Hak’ka riayetten azade, sadece görünüşleri, gülüşleri değil imanları bile kopya kolpacılarmış.

Burnumuz, tankların duvarlarına çarpmadan anlayamadık bunu.

Çünkü geçmişte bize yaşatılan acıların yıllar içinde birike birike briketleşmiş öfkesi ile o acıları yaşatan askerî ve bürokratik vesayetin “burnu iyice sürtülsün de bir daha o gücü kendilerinde bulamasınlar” diye “yürüyün” deyip yol açtığımız bu mankurtların, yaptıkları çoğu usulsüzlüğe bile bile göz yumduk!

Kimse mırın kırın etmesin, yaptık bunu!

Evet, “Alınları secdeye geliyor diye bizi aldattılar”, bu doğru ama biz de aldanmaya pek teşne idik yahu. Çünkü yıllardır kendimizi sıka sıka türlü kalıplara döktüğümüz öfkelerimiz vardı ve o öfkeden bir mabet inşa edeceğimizi zannederken önümüze briketten duvar, gözümüze trikottan perde çektiğimizin farkına varmadık. Oysa bizim aldanmak gibi bir lüksümüz de yoktu. Kendimizi devlet gördük, nesiller inşa etmeye kalktık, halt ettik.

Bize düşen inşa değildi, belki ihya idi bilemedik. Tek tipleştirici bir sistemin döküntü tezgâhında üretilmiş bozuk kumaşlardan olabileceğimizi hiç düşünmedik, aynaya baksaydık bari onu da yapmadık.

Dilimizden hiç düşürmediğimiz ‘Kitab’ı bize hitabı “Bir defa oku, 99 defa düşün.” iken, bizi aldatan o mankurtlar gibi 99 defa okuduk ama bir kere bile düşünmedik. Çünkü tıpkı Cem Yılmaz’ın söylediği gibi “hazır düşünülmüşü” vardı!

Dilimizden hiç düşürmediğimiz ‘Kitab’ı bir mahfazaya koyup gönlümüzün duvarındaki bir çiviye astık ve biz de tıpkı o mankurtlar gibi kendimizi yeterli saydık.

O Kitap “Mazlum isen zalime kötü söz söyleyebilirsin.” der evet ama “Sen de kötülük yapabilirsin.” demez, bunu özellikle yasaklar çünkü kötülük yaratılışın başlangıç ilkesi olan ‘Rıza’ya aykırı olan eylemdir ve kâinatın zeminini yok eder. Nitekim o ‘Kitab’ın bize hitabına göre kâinatın zemini ‘Hak’tır ve kâinat o zemin üzerinde inşa edilmiştir.

Hakka riayetsiz inşa olmaz! Hak kavramından bir adım uzaklaşmanın bedeli dipsiz çukura yuvarlanmaktır. Zemin yoksa zaman da yoktur. Zaman yoksa sen de yok olursun!

Düşmanın bile olsa hukukuna hürmetsizlik edemezsin!

Evet, aldandık ama bizi “onlar” aldatmadı, rıza ve hak kavramlarını unuttuk, kendimizi uyuttuk! Aldatan da biz olduk, aldanan da!

Tankların duvarına çarpalı sekiz yıl oldu, sekiz yıldır başımıza gelen belanın edebiyatını yapıyoruz, keşke oturup bir sekiz dakika düşünsek bu iki kavram üstüne, her birine en az 99 pencereden baksak da sonra şu inşa minşa işlerine girsek!

Karar noktasındayız; bela okumaya devam mı edeceğiz yoksa Ehl-i İrfan diliyle Belî mi diyeceğiz?

Hangisi Leyla?