28 Haziran’da yapılan ve ikinci tura kalan seçimlerden sonra İran, kendi derdine düşüp iç siyasete mi odaklanır yoksa İsrail’in Lübnan’a saldırması durumunda Hizbullah’a destek vermeye devam eder mi? sorusu oldukça önemlidir. Çünkü 2006 yılında Hamas, Hizbullah, Suriye ve İran dörtlüsü, İsrail ordusunu hezimete uğratmışlardır. O zamandan itibaren bu dört aktörden oluşan Şii ekseni, ABD’nin ve İsrail’in hedefinde olup teker teker yok edilmeye çalışılmıştır. Günümüzde, Suriye’nin hâli ortadadır. Hamas, 7 Ekim’den beri ABD’ye karşı zorlu bir mücadelenin içinde olup ayakta kalma savaşı vermektedir. Şimdi sıra, Hizbullah’ta olabilir. Hizbullah, aslında tıpkı Hamas gibi Lübnan’da bir siyasi partidir ve İsrail ile bir savaşa girmek istememektedir. Zira bu savaşın maliyeti Lübnan’a çok pahalı olacaktır, bunun sorumluluğunu Hizbullah taşımak istememektedir.
Diğer yandan, Hizbullah’ın Güney Lübnan’da füzeler, ağır silahlar ve insansız hava araçlarıyla İsrail birliklerine ağır zayiatlar verdirmesi, İsrail’in kuzeyindeki yerleşimcileri kaçırması dikkat çekicidir. Bu açıdan, Hizbullah’ın İsrail’e karşı gücü İsrailli yetkililerce tartışılmaktadır. İşte tam da bu yüzden, İran’ın direniş söylemini bırakıp kendi derdine düşüp Hizbullah’a ve Hamas’a destek vermekten vazgeçmesi, Tel Aviv için son derece önemlidir.
Direniş ekseninin kırılması ve Batı tarafından başarısız, değer kırıcı, revizyonist ve haydut olarak damgalanmış İran’ın bölgeden tamamen çıkarılması, İsrail’in en önemli hedefidir. Böyle bir süreçte, Suriye’den gelen Türkiye ile normalleşme sinyalleri bize, 2006’da İsrail’i hezimete uğratan dörtlüden biri olan Suriye’nin aslında önemli bir çıkmazda olduğunu göstermektedir. Askerî açıdan Lübnan’dan daha da zayıf olan Suriye, Rusya’nın Ukrayna meselesini öncelemesi ve İran’ın da daha çok iç siyasi meseleleriyle uğraşmak zorunda kalması ile savunması açısından son derece kırılgandır. Dolayısıyla, Esed’in, Putin’in Suriye özel temsilcisi Lavrentiev ile Şam’da yaptığı görüşmeden sonra yaptığı açıklama, tesadüf değildir. Buna göre Esed, Türkiye-Suriye ilişkilerinin geliştirilmesi için her türlü girişime açıktır. Bu açıklamadan hemen sonra Erdoğan’ın “Neden olmasın?” şeklindeki olumlu demeci, bölgede dengelerin değişeceğini göstermektedir.
Hem İran hem de Rusya, İsrail’in Lübnan’a bir kara harekâtı başlatması olasılığını göze almakta ve Suriye’ye girmekten kaçınmayacağını düşünmektedir. Bu atmosferde, Türkiye’nin bölgede Suriye ile normalleşmesi, hem Moskova hem de Tahran için hayati önem taşımaktadır. Sonuç olarak, 2006’da Şii Hilali diye adlandırılan ve İsrail ordusunu hezimete uğratan İran, Hamas, Hizbullah, Suriye’nin direniş söylemini sürdürmek ve İsrail’in zulmüne karşı durabilmek konusunda Türkiye’den başka güvenebilecekleri askerî açıdan güçlü bir müttefikleri kalmamıştır. Gelinen noktada, Fidan’ın “YPG konusunda problemli olduğumuz ülkeler, Amerika, İngiltere biraz da Fransa. Amerika’nın bulunduğu bütün operasyonlarda İngiltere de bulunuyor, o da bu işin içerisinde. Bunun, ittifakın ruhuna aykırı olduğunu, Türkiye’nin böyle bir gerçekle artık yaşayamayacağı konusunda mümkün olan en üst düzeyli diplomasiyi devam ettiriyoruz.” demeci, Türkiye’nin NATO üyesi olmasına rağmen NATO “müttefikleri” ile yaşadığı sıkıntıyı açıkça göstermektedir. Türkiye’nin Suriye ile normalleşmesi, terörle mücadelesi açısından ABD ve İngiltere’ye karşı elini güçlendirecek bir gelişme olacaktır