Türk Dil Kurumu ile Ankara Üniversitesi, “2024 yılının kelimesi”ni seçmek üzere bir anket yaptı. Yedi yarışmacı vardı: ‘Kalabalık yalnızlık’, ‘merhamet’, ‘yabancılaşma’, ‘algoritma’, ‘yozlaşma’, ‘yapay zekâ’ ve ‘dijital yorgunluk’. Bir milyona yakın kişinin katıldığı ankette birinci olan ‘kalabalık yalnızlık’, günümüz dünyasının en sert gerçeğini ilan ediyor: Yan yana dursak da aynı evi paylaşsak da bir masa etrafında buluşsak da yalnızız.

Sözde kalabalık’ görünsek de ‘özde yalnız’ yaşıyoruz.

‘Sebep Ey’

Yalnızlığımızın ana sebebi, ‘dijital kuşatma’ altında olmamız. Dijital dünya, etrafımıza bir duvar ördü ve biz içeride yalnız kaldık. Bu cümleyi, kendimizi masumlaştırmadan yeniden kuralım: “Dijital dünyayı o kadar çok sevdik ki etrafımıza duvar örmesine ses çıkarmadık ve içeride yalnız kaldık.”

Bizi, yalnızlığın daha derinine sürükleyen dijital servis hiç bitmiyor. Kurtulmak yönünde irademiz de varla yok arası. Kurtulmayı başaracağımıza dair umudumuz bir parlayıp bir sönüyor. Üstelik yalnızlık tek başına da değil. Ona eşlik eden bir duygu her zaman var. Yalnız ve endişeli, yanız ve aklı karışık, yalnız ve tutunamayan…

Bu yalnızlık başka

Bir zorunluluk ya da bir tercih olarak yalnızlık, bütün çağlarda ve toplumlarda vardı. Adı, ‘yalnızlık’ olarak konulmadan önce bile vardı.

Ancak şimdiki yalnızlık bir başka. Kalabalıklar içinde yaşasak da yalnızlık hissiyle doluyuz. Asıl trajedimiz de bu.

Yalnızlık, ortalama hayatların geçici hâlleriydi; kalabalık yalnızlık iyi günde, kötü günde hayatımızın normali oldu.

Yalnızlık, tatlı bir hüzün verirdi; kalabalık yalnızlığın hüznü ağdalı.  

Yalnızlıkta dinlenebiliyorduk; kalabalık yalnızlıkta yoruluyoruz.  

Yalnızken bir kol mesafesi uzakta idik; kalabalık yalnızlık bizi uzaklara attı.

Yalnızlık serinletiyordu; kalabalık yalnızlık üşütüyor.

Yalnızlık ölçülüydü; kalabalık yalnızlığın ölçüleri belirsiz.

Yalnızlık bir oda idi arada bir girip çıktığımız. Şimdi dünya, içine kalabalıkların sığdığı bir yalnızlık odası oldu.

Kalabalık yalnızlık, şairin, ‘tepemde kanat germiş bir kartaldır’ dediği türden. Biz nereye gidersek oraya geliyor.

Başımız ekrana gömülü, kulağımızda kulaklık, “ben kendime yeterim” havasında ‘ferah ve delişmen’ taklidi yaparak yürüyoruz. Oysa yanımızda bir insana muhtacız. En acısını yine bir şair söylemiş: “Varsın gene bir yudum su veren olmasın / Başucumda biri bana “su yok” desin de.”

Bir yalnızlık testi olarak karpuz

Karpuzun dilimle satılmaya başlaması ile yalnızlığımız arasında bir bağ var.

Karpuz seçmek için meleke geliştirmeye ihtiyacımız kalmadı. Karpuzun nasıl çıkacağına dair merakımız gerilerde kaldı. Bir karpuzun başına toplanacak kadar değiliz. Kesmeden önce nasıl olduğuna dair iddiaya gireceğimiz biri de yok. İyi çıktığı andaki sevincimizi, pek de iyi çıkmadığı zamanki kabullenme sürecimizi unuttuk. Oralardan hayata dair benzetmeler çıkarıyorduk. Kimseyle paylaşamadan ekrana bakarak yiyoruz. “Karpuz fena değilmiş!” ya da “Nerede eski karpuzlar!” muhabbetleri de yapamıyoruz. Oysa karpuzun tadına, bütün bu kayıplarımız dâhildi.

Tıpkı hayatlarımız gibi artık karpuzlar da ‘tek kişilik!’,

Bugün-yarın

Bugün, ‘kalabalık yalnızlık’ yılının son günü. Bugünden yarına bir şey değiştirmezsek yarın, kalabalık yalnızlığın yeni yılının ilk günü olacak.