Tüm dünyada ajanslar, Trump’a yönelik suikastı ‘en önemli haber’ olarak geçti. Amerikan ana akım medyası ise uzunca bir süre suikastı inkâr etti. “Yüksek bir ses işitildikten sonra Trump mitingi terk etti!” şeklinde manşet attılar. Şaka yapmıyorum, anlı şanlı ABD gazetelerinin ilk manşetleri aynen böyleydi!

Ana akım medyanın, suikastın varlığını kabul etmesi için resmî açıklamaların gelmesi ve olay yeri görüntülerinin sosyal medyaya düşmesi gerekti. Elon Musk, sosyal medya hesabından ilk kez “yurttaş gazeteciliği” kavramını kullandı. “Olay yerlerinden çekip X’e yüklediğiniz görüntüler çok önemli; sizler olmasanız gerçekleri öğrenmek mümkün olmaz.” dedi.

Yurttaş gazeteciliği aslında Musk gibilerin değil, liberal solun ürettiği bir kavram. “Madem herkesin elinde bir akıllı telefon var o zaman herkes gazeteci olabilir.” mantığına dayanıyor. AB, ABD ve Soros, uzun yıllardır “yurttaş gazeteciliği” projelerini fonluyor. Tabii ki kendi ülkelerinde değil, Türkiye gibi “demokrasi getirmek” istedikleri ülkelerde.

“Yurttaş gazeteciler” turuncu devrimlerde çok iş gördü. Yalan haberlerin büyük bölümü bu şekilde üretildi. ‘Sahadan kendi imkânları ile görüntü toplayan yurttaşlar yalan söyledi’ demiyorum, onların arasına karışan ajanlardan bahsediyorum. Gazetecilik kurumsal bir şey olmaktan çıkıp her görüntü atanın gazeteci sayıldığı bir ortamda, kimlerin gerçek bilgiyi yaydığını da tespit etmek mümkün olmaz. “Polisin falanca eylemciyi öldüresiye dövdüğünü” veya “köprüde askerlerin boğazının kesildiğini” yayan insanlar gerçekte orada bile olmayabilirler.

GAZETECİLİK, HABER VERMEKTEN İBARET DEĞİL

Yurttaş gazeteciliği, başta pek sevimli bir “demokratik açılım” gibi dursa da bir meslek olarak gazeteciliğe pek benzemediği açık. Çünkü gazetecilik, sadece haber bildirmekten ibaret değil. Bu işin teknik doğrulama kuralları, kurumsal normları ve bir etiği var. Yalnızca etik açısından bakınca bile yurttaş gazeteciliği kavramı pek sorunlu duruyor. Çünkü herhangi bir meslekten ahlakı çıkarırsanız geriye hiçbir şey kalmaz; meslek ahlakı, meslekler için keyfi bir opsiyon değil mütemmim cüzdür. Gazetecilik için de durum aynıdır.

Yurttaşlar tabii ki gazeteci gibi davranabilirler. Bunda bir sakınca yok. Ama bu, onları gazeteci yapmaz. Üstelik her haber verene gazeteci demek, tüm toplumu güvenliksiz bir alana sürükler.

X’te bolca örnekleri var. Adam kendi kendini gazeteci ilan etmiş. Sağdan soldan apardığı cümlelerle gönderi yazarak yüzbinlerce takipçiye erişmiş. Çok kritik bir toplumsal olay oluyor misal, mültecilere yönelik bir pogrom girişimi… İşin ucu çatışmaya, ölüme kadar varabilir ama adamın umurunda değil; tek derdi tık almak, beğeni toplamak, para kazanmak. Uydurup uydurup yazıyor…

Neden? Çünkü sonunda kendisinden hesap soracak bir merci yok. O, “kendi kendini gazeteci ilan etmiş” biri, bağımsız bir “yurttaş gazeteci”… Hiçbir kurumsal ilişkisi, hiçbir mesleki bağlantısı olmadığı için de kafasına göre üfürebilir… Kötü bir şey olursa da işin faturası hepimize, tüm “gazetecilere” çıkar!

Peki işlerin bu noktaya gelmesinde biz gazetecilerin payı yok mu? Olmaz olur mu; bana kalırsa en büyük günah bize ait. Tüm dünyada gazeteci mahallesi uzunca bir süredir aşırı politik angajmanların ve akçalı ilişkilerin gölgesi altında. Yalan haber yapan, gerçekleri karartan meslektaşlarımızı en önce bizim kınamamız gerekirken başımızı çevirip görmezden geliyoruz. Meslek kuruluşlarımız son derece politize olmuş hâlde. Medyanın sermaye yapısı ve reklam ilişkileri yeterince şeffaf değil. Vatandaş, gazetecilere baktığında sahnede sudan bahanelerle kavga eden Karagöz karakterleri görüyor. Mesleğimiz güvenilirliğini yitirdikçe “kirli haber kaynaklarına” daha çok alan açılıyor.

Yurttaş gazeteciliği de başka gazetecilik türleri de mümkün. Ama faydalı olgular olabilmeleri için asıl gazeteciliğin bir meslek olarak dimdik ayakta kalması gerek. Akıldan çıkarmamak lazım; mesleğimizin itibarı, aramızdaki tüm kavgalardan daha önemli.