Monocle dergisi her yıl dünyanın yaşam kalitesi en yüksek 20 şehrinin listesini yayınlıyor. Derginin, dünyanın en objektif ölçümünü yapma iddiası yok. “Dünya genelindeki muhabirlerimiz ve editörlerimizin değerlendirmelerine dayanarak, biraz da matematiksel veri kullanarak bir sonuca varıyoruz.” diyorlar. Monocle’ın 2006’dan beri yayınladığı liste özellikle üst düzey yöneticiler, politika yapıcılar ve entelektüeller arasında kayda değer bir itibara sahip. Ben de kendi deneyimlerinden hareketle listenin büyük oranda isabetli olduğunu söyleyebilirim.

Monocle ekibinin “yaşam kalitesi” dediği şey birçok faktörün bir bileşeni. Musluktan su içilebilmesi, havanın temizliği, yeşil alanların çokluğu, yaya olarak yaşamanın kolaylığı, toplu taşımanın etkinliği, sağlık hizmetlerine erişim, alışveriş ve kira fiyatları, ortalama yaşam süresi, gürültü seviyesi, suç oranı… Bir dolu kriterin ışığında bir kentin ne kadar yaşamaya değer olduğuna karar veriyorlar. Bir bardak kahvenin fiyatı da değerlendirmeyi etkiliyor, kütüphane sayısı da bisiklet yolları da eğlence yerlerinin saat kaçta kapandığı da….

Bu yılın ilk beş şehri, sırası ile Münih, Viyana, Zürih, Kopenhag ve Madrid olmuş. Portekiz’in başkenti Lizbon 3 sıra birden yükselerek altıncılığa yerleşmiş.

Yaşam kalitesi en yüksek ilk 20 şehrin 15’i Avrupa’dan. 3’ü Asya, 2’si ise Avustralya’dan. İşin en ilginç tarafı ABD, İngiltere ve Kanada’dan hiçbir kentin listeye girememiş olması.

Monocle editörleri “ABD ve İngiltere’de yaşam kalitesinin hızla düştüğünü” açıkça söylüyor ve ekliyorlar: ABD ve İngiltere’de beklenen yaşam süresi düşüyor. Kuşaklar sonra ilk kez genç insanlar, ana babalarından daha az süre yaşayacaklar!

Liste, “dünyanın en iyi 20 şehrini” sunuyor ama en iyiler bile eleştiriden muaf değil. Örneğin birinci sıradaki Münih’e “Belediyedeki işleri kendi partinizden yandaşlara, eş dost ve akrabaya peşkeş çekmekten vazgeçin, yetenekli insanları harcıyorsunuz.” diye uyarı yapılıyor. Ne kadar tanıdık değil mi?

Yine Münih’e yapılan tanıdık bir uyarı var: Otomobiller için tüneller yaptığınız yeter, artık parayı daha fazla bisiklet ve yaya yoluna harcayın.

İkinci sıradaki Viyana’ya yapılan tavsiye: Viyana’nın üçte biri yabancı uyruklu. Sürekli oturma izni olan insanlara oy hakkı verin. Şehrin dışındaki kamusal alanları satmak için bu kadar acele etmeyin.

Üçüncü sıradaki Zürih, “Pazar günleri dükkânları bu kadar erken kapatmaktan vazgeçin, bir de şu grafiti işine bir çekidüzen verin.” diye uyarılıyor.

Dördüncü sıradaki Kopenhag, göçmenleri şehrin dışına sürdüğü için eleştirilmiş. Eksik görülen bir başka şey “yüksek bina”. Evet yanlış duymadınız, şehirde hiç yüksek bina olmamasını sıkıcı bulmuşlar, “Çirkin olmamak kaydı ile birkaç tane olsa fena mı olur?” diyorlar.

Beşinci olan Madrid’in sarı kartı doğa ile ilgili. “Yeni düzenlemeler için son iki yılda 9 bin ağaç kestiniz, artık başka yöntemler bulun.” denilmiş. Daha sert bir uyarı ise Manzanares Nehri’nin aydınlatılması ile ilgili… Madrid Belediyesi’ne, “Projeden vazgeçin, gece vakti o kadar ışık tüm ekosistemi bozar.” uyarısı yapılmış.

Bu şehirlerin iyi tarafları zaten uzun uzun anlatılmış. Ben özellikle eleştirileri not ettim ki biz de kendi payımıza dersler çıkarabilelim.

Lafı Türkiye’ye getirmemi beklediğinizi biliyorum. Listede maalesef Türkiye’den herhangi bir şehir yok. Bu kriterler ile bakınca yakın bir vadede olması da pek mümkün görünmüyor. Oysa listeye birkaç şehir sokabilecek potansiyelimiz var.

İstanbul, Ankara veya İzmir’den söz etmiyorum. Onların işi gerçekten çok zor. Ancak Anadolu’da yaşam kalitesi gerçekten çok yüksek olan şehirler var. Kimse gönül koymasın sadece birkaç misal vereyim: Burdur, Bilecik, Kırklareli, Çanakkale, Kütahya, Ordu, Eskişehir, Denizli, Kocaeli, Kayseri… Neden olmasın?